David'in Saltanati!

David'in saltanatı!.. Dünyanın tek efendisi ve tek hakimi olmak iddiası...! Fakat bu yeni bir şey değil ki!.. Ecdadımız, ecdadımızın ecdadlan asırlarca hep bu rüyanın peşinde koş­tular. Bu rüya gerçekleşmedi ve bu uzun gecelerin sabahı gelmedi. Dilim varmıyor, düşünmesi bile tüylerimi ürperti­yor ama, belki de İsrail çocukları ebedî karanlıklar içinde, ye­ni yeni Babil esaretleri, yeni yeni Titüs Buhtunnasır kâbusları içinde ezilecek, eriyecek!.. Şimdi ümitlerimiz kuv­vetleri ve cesaretimiz yerinde!.. Çünkü harb var ve biz, bü­yük ve kudretli İngillereye yardım ediyoruz. Ya harb talih Türkler'in yüzüne gülerse, o zaman halimiz ne olur?

Hayır, hayır! Bu kara düşüncelere lüzum yok. Türkler muzaffer olsalar dahi, onlar âlicenab bir millettir her şeyi ça­buk unutur, çabuk afvederler. Hem biz rolümüzü o kadar sanatkârane oyunuyor, vazifemizi o kadar maharetle yapıyo­ruz ki, Türkler davayı ve harbi kazansalar dahi bizi birer sâdık ve vefakâr vatandaş olarak kabul edecekler!.. Onların saflığı ve âlicanaplığı bizim en büyük tesellimiz... Asabım bozuldu, kendimi yatağa atıyorum!..

Gayet muntazam Türk birlikleri cepheye akın ediyorlar. Dün köyümüzden bazı delikanlılar bu giden askerlerin mü­kemmel teçhizattı ve son derece disiplinli ve muntazam ol­duğunu söylüyorlar. Onları bende alıcı gözüyle seyir ve ta­kip ettim. Ne mağrur, ne mütevekkül, ne tok gözlü, ne asil çehreli insanlar... Yüzlerinde kahramanlık ve merdlik okunu­yor. Avrupa'da gördüklerimizin hiç birisine benzemiyor bu insanlar!.. Bunlar mı barbar, bunlar mı vahşi! Köyümüzden geçerlerken tenezzül edip, başlarını çevirip yüzümüze bile bakmıyorlar. Ben bir çıkmazdayım ki, bunun altından nasıl kurtulacağımı bilemiyorum. İnsaf sahipleri diyor ki: Irkdaşlarımız medeni (!) Avrupa'dan tokat, tekme, yumruk, sille koğulduğu zaman bize Türkler koynunu açmış, bize Türkler yurt vermiş, bizi Türkler himaye etmiş... Şimdi ben bu milleti gayet yakından görüyorum, zabitleriyle konuşuyorum. O ne efendilik, o ne incelik, insanı hayran bırakıyor. Buna rağmen bize ve ben bu asil millet aleyhine ve egoist İngiliz hesabına ve lehine çalışıyoruz. Ne yazık!.. Tarih asırlarca bizi lanetle yat etmiş, insanlık bizi asırlar boyu tahrik etmiş itmiş, kak­mış!.. Fakat bizi bir türlü yolumuzdan alıkoyamamışlardır. Bütün bunlar muhayyel bir David saltanatı için mi? Bu dev­letin kurulduğunu farzedelim, bütün Dünyanın gözü bizim üzerimizde oldukça ve yeryüzünde yaşayan milyarlarca in­san bize düşman oldukça kaç yıl, kaç sene payidar olur bu devlet? Vaktiyle Salamon'un saltanatı gözler kamaştırıyor­du, kaç sene sürdü bu saltanat!.. Şimdi ondan bize miras ka­lan, şu göz yaşlarımızla suladığımız temel duvarlarından başka bir şey mî?

Ah benim câhil annem ve ah benim ahmak, şehvetperest, kabbalist babam, Ah!... Beni bir maceraya sürüklüyorlar ki bunu altından nasıl kalkacağımı bilemiyorum. Her şeye rağ­men bana verilen, daha doğrusu güzelliğime ve cazibeme tevdi edilen vazifeyi yapmaktan da kendimi menedemiyorum.

Kimden af isteyeceğim veyahud kimden medet umaca­ğım! Hiç! Felek bana bu yolu seçmiş!.. Varşova ve Karakoyun rutubetli, loş, küf kokulu evinden, güneşli, zarif köşkle­rine geçtik. Burada ne poğrom, ne katliam, ne de bize bakan hor gözler var.. Fakat biz asıl zehirimizi burada kusuyoruz. Bizi koruyanlara karşı!

Şu etrafımızdan alay alay tümen tümen geçen askerler!.. Bunlar vatanlarını ve namuslarını müdafaa ediyorlar. Bunlar muazzam ve muhteşem ingiliz ordusuyle boy ölçüşmekten pervası olmayan cesur insanlar, hepsinin yüzlerinde, şimdi efsaneleşmiş olan şövalyelik okunuyor. Ve biz, bu şan ve şerefin arkasına gizlenmiş, ellerimizde kanlı hançerlerle, o kah­ramanlara kahbece ve gizlice saldırmağa hazır insanlar. Ben bu talihsizliği, Polonyada ki katliamlardan,, mahrumiyet ve sefaletlerden, rutubetli evimiz ve daimi hakaretlerden daha ağır buluyorum. Şimdi bu güzel ev, bu, kuş sesleriyle ahenklere bürünmüş, renkli çiçeklerle cennete dönmüş yerde saa­det namına birşey hissetmiyorum. Cennet içinde cehennem azabı...! Demek bizim nasibimiz bu öyle mi? Lanet olsun bu kara talihe!

Türkler'in kanalı geçtikleri söyleniyor. Olur şey değil. Ko­ca Tih Sahrasını, susuz, şakasız geçip bir de Süveyş'i aşmak akıllan durduracak şey!.. Umulurdu bu, bu milletten. Benim gördüğüm insanların yüzündeki manayı okumak lâzımdı. Dibi gayet derin suların durgunluğu ve fırtınaları haber ve­ren sessizliği vardı bunların yüzlerinde... Kafamda kalan en köklü intiba, kışlık elbiselerle bu çölleri aşmak. Bunu tabii gören ve bütün güçlükleri ve imkânsızlıkları normal telâkki eden imanlı kitlelerin niçin böyle asırlar boyu Yeryüzünde hükümran ve hâkim olduklarının sırrını şimdi daha iyi anlı­yorum. Biz böyle miyiz ya?.. Biz paramız ve entrikamızla bü­tün Dünyaya hükmetmeğe kalkıştık. Bizde de tahammül var, bizde de sabır var!... Hem de fazlasiyle. Eksik olan tarafımız asaletimiz ve mertliğimizdeki noksanlık olacak. Bu kadar âlim, bu kadar kafalı insan yetiştirmişiz. Dünya kültürüne hakim olduğumuzu iddia ediyoruz. O halde niçin beşeriyet bizden nefret ediyor? Yoksa bizi kıskanıyorlar mı? Kimbilir... Bu hikâye asırlık maceraları taşıdığı için onun sırrını varsın başkaları çözsün!.

Dün Ramla'dan gelen bir ırkdaşımız, kanalı geçen Türk Ordusunun muvaffak olmadığını ve gerilere doğru çekildiği­ni bize müjdeledi... Bu çekiliş acaba bütün Arz-ı Mev'ud'u terk etmek suretiyle mi olacak, yoksa mevzii mi kalacak. O zaman ordu burada başımıza ekşimez mi bizim? Bu daha büyük felâket o zaman varımızı, yoğumuzu onlara yedirmek mecburiyetinde kalacağız. Gerçi parasını, hem de fazlasiyle veriyorlar, fakat paraları yiyecek değiliz ya...

Aron Aronson beni çağırdı, yarın Kudüs'e gideceğim...

* * *

Aron Aronson dedi ki:

"Kızım; Türkler'in Kanal Seferin'de muvaffak olamayacak­larını zaten biliyorduk. Fakat harbdir bu, bakarsın talih yüz­lerine güler, Mısır tekrar ellerine ve Abdülhamid'e benzer bîr adamda başlarına geçebilirdi, o zaman yahudilik ve onun bütün hayalleri ve emelleri yok olup giderdi. Yehova buna müsaade etmedi. Şimdi hepimizin vazifesi Türkler'in bu; ır­kımıza ve mümtaz milletimize vaad olunan topraklardan ebediyen ve külliyen çekilmesi için var kuvvetimizi sarfetmek, onların her adımını saymak, her hareketini takip etmek ve günü gününe bildirmek. Hiç birşeyi gözden kaçırmayın. Tek neferden, bölük ve tüneme kadar bütün birliklerin mevcudlarını, sırlarını, silâhlarını, hareket cihetlerini hülâsa en ufak teferruat kadar her şeylerini dakikası dakikasına zabtedip bildirmek.

Türkler kadına karşı zayıf kalbli insanlardır. Hele senin güzelliğin ve caziben karşında fazla mukavemet edemezler. Babanın bu hususta vereceği talimata harfiyen riayet et..."

Hemen köye döndüm. Bana güzel altın bir de bilezik he­diye etti. Hayırlısiyle takmak nasib olsun...

* * *