Bir derginin utanç veren kapağı...

Bazı haber dergilerinin editörlerinin, “din” ve “seks” ikilisinin her zaman çok sattığının bilincinde olduğu görülüyor.

Hatırlayanlar olacaktır; Tempo dergisi birkaç ay önce “İslam'da seks” üst başlığı ve “Türbanlı porno nasıl yapılır?” alt başlığını kapağa koymuştu..

Dergi, “Türbanlı porno” diye başlık attığına göre, şunu demeye getiriyor: Türbanlı bir kadın, Müslüman'dır; porno ise kötüdür. Müslüman nasıl olur da pornocu olur ve “bu ne ayaktır?”!

Eskilerin deyimiyle, hadisenin mefhum-u muhalifine bakarsak, yani olayı tersten değerlendirirsek, Tempocular aynı zamanda şunu da demek istiyordu:

“Türbanlı kadın, pornocu olamaz; pornoculuk başı açıklara yakışır”!

Tempo, “açık seçik” böyle söylemiyor ama aslında bunu da söylemiş oluyordu.

İşte Tempo, çok satabilmek uğruna hem “türbanlılara” hem de “başı açıklara” hakaret etmiş oluyordu.

Örneğin, bir derginin kapağına “Oruçlu CHP'liler” diye bir başlık atıldığını varsayalım.

Böyle bir durumda, siz oruç tutanların CHP'li olamayacağını veya CHP'lilerin oruç nedir bilmediğini söylemiş olursunuz ve ayıp etmiş olursunuz; üstelik çok ayıp etmiş olursunuz.

Tempo'nun bu kapağını görünce, “Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş..” dediğimi hatırlıyorum.

Derginin, kapağı taşıdığı iç sayfalarında ise, tam bir “fazahat” örneği vardı.

İç sayfada aynen “İslami porno nasıl yapılır?” diye bir başlık atılmıştı.

Evet, porno bir şeydir; müstehcenlik başka bir şeydir; müptezellik ise bambaşka bir şeydir.

Daha, “İslami terör” gibi, yan yana getirilmemesi gereken iki kelimeyi yan yana getirerek, İslam sözcüğünü terörize edenleri tartışırken şimdi de “İslami porno” diye bir şey çıktı.

Evet, “İslami porno” gibi bir kavramı medya literatürüne kazandırmış olan Tempo'nun bu başarısını gördükten sonra o gün itibariyle karar vermiştim.

Bundan böyle ben de konu olarak birbiriyle ilgisi olmayan yani “biri varsa diğeri olamayacak” iki üç kelimeyi yan yana getirmek suretiyle örneğin; “Hamsi tatlısı”, “Tempolu uyku”, “Zem zem sulu Yeni Rakı”, “Night club'lı cami avlusu”, “tevhid-i tedrisatsız Özdemir İnce yazısı”, “Mescitli genelev” gibi toplumun hassasiyetini mucip “accayyyip interesting” mevzulara değineceğim(!)

Cumhuriyet gazetesinin “Cum”u..

Hani, adamın biri “Kurban” mevzuunu anlatıyormuş:

"Çocuğu olmayan Hazreti Davut, Allah'a dua etmiş, 'Yarabbi bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim' demiş. Dua tutmuş, Davut, kızının adını Ayşe koymuş, gel zaman git zaman, çocuğun kurban edileceği zaman gelmiş, Hazreti Davut kızı yatırmış, tam boğazını kesip kurban edecekken, Azrail, gökten bir keçiyle çıkagelmiş, 'kızı bırak, al bu keçiyi kurban et' demiş"!

Dinleyenlerden biri dayanamamış:

"Yahu bunun neresini düzelteyim; Hz. Davut değil Hz. İbrahim; kız değil erkek; Ayşe değil İsmail; Azrail değil Cebrail; keçi değil, koç"!

Evet, beyinsiz bir akıl ile duygusuz bir vicdan, yoğurtsuz cacığa benzer; suyun içine sadece salatalık katmış olmanız, ortaya çıkan “şey”in cacık olduğunu göstermez.

Bazılarının sürekli olarak “korkutucu” tavırlar sergileyip zihinlerini zorlaması ve kendilerini bir rüya âleminde görüp gerçek dünyadan uzaklaşması kaçınılmaz hale geliyor.

Oysa bilinir ki "rüya" başka bir şeydir, "hayal âlemi" ise başka bir şeydir.

Kâbus ise "bambaşka" bir şeydir!

Yazının başına dönersek: Türkiye'de bazı insanların kalbinde mühür, gözlerinde perde, vicdanında kir varsa, ne yapsanız fayda sağlamıyor. Mührü sökecek, perdeyi kaldıracak, kiri çözecek olanların ise ellerine kelepçe, dillerine kilit, ayaklarına pranga vuruluyor.

Bir tarafta “dindarları kurtarmak” için “devrim” yapan İran aydınları; diğer tarafta “dindarlardan kurtulmak” için “ihtilal” yapmaya çalışan Türkiye aydını..

Türkiye'de on yıllardır dinde reform, adalette reform, sağlıkta reform deyip, sürekli “üni-formal” yaklaşımlarda bulunarak, “re-form” sözcüğünü dahi “de-forme” etmekten hicap duymadık.

Şu da bir gerçek ki, muhafazakâr kesimden bazıları felsefeye, muhafazakâr olmayan kesimden bazıları ise dine soğuk baktı.

Dindarlara “yobaz”, felsefecilere “sıyrık” denildi; çünkü ortada “mantık” yoktu.

Karikatürlerde “din adamı” portresi çizilirken, eli tespihli, ağzından salyalar çıkan, şalvarlı, uzun kırçıl sakallı, yeşil takkeli, gözleri yuvasından çıkacakmış gibi duran bir adam “portresi” çizildi ve çiziliyor..

Bunun gibi, “felsefeciler” in portresi çizilirken, saçı at kuyruklu, yağlı saçlı, fularlı, çenesi kıllı yanakları kılsız, ağzında pipo, yuvarlak gözlüklü, çantası sırtında, 'Cum' kısmı görünecek şekilde Cumhuriyet gazetesi elinde olan bir “figür” çizildi ve çiziliyor..

Bu yüzdendir ki, iyi niyetli ve çalışkan bazı siyasetçiler, bürokratlar “bir şey” yapmaya çalışıyor, ama bazı “kâbus senaristleri ve rejisörleri”, bazı “figüran”ları da yanına alarak, “Hayır bu bir şey yapmıyor, çok şey yapmak için bir şey yapıyor” gibi niyetlerden vazife çıkarmaya çalışıyor.

“Bir şey” hakkında bir şeyler yazmaya çalışırken “hiçbir şey” yazmamak demek ki bu oluyor!

Fikri Akyüz
Yeni Safak


Konular