Bâtınî Sebepler

Bunlar kalbe, zâhirî sebeplerden daha fazla tesir ederler; zira himmeti dünya vâdilerinde dağılmış olan kimsenin düşüncesi hiçbir zaman bir merkezde toplanamaz; daimi bir şekilde daldan dala atlar. Böyle bir insan için gözlerin yumulması fayda vermez; çünkü namaza başlamadan evvel kalbine giren vesveseler kendisini meşgul etmeye kâfi gelir de artar bile... Böyle bir insan için çıkar yol, nefsini, namaz içinde okuduğu Kur'an'ın mânâsını anlamaya zorlaması ve onunla meşgul etmesidir. Tahrimi getirmezden evvel nefsine âhireti, Allah Teâlâ'ya münacaatta bulunmakta olduğunu, Allah huzurundaki duruşun tehlikesini ve kıyametin korkunç manzarasını hatırlatmak suretiyle namazda okunan Kur'an'ın anlaşılmasına yardımcı olabilir. Namaz için tahrim tekbirini almazdan önce, kalbe câzip görünüp, makbul olan dünyevî meşgaleleri oradan çıkarmaya çalışmalıdır. Kalbinin meşguliyetine sebep olacak hiçbir şeyi orada bırakmamaya dikkat etmelidir.

Hz. Peygamber Osman b. Ebî Şeybe'ye şöyle demiştir:
'Sana Kâbe-i Muazzama'nın içindeki çanağı örtmeni söylemeyi unuttum. (Onu muhakkak örtmelisin.) Zira halkın huzurunu kaçıracak birşeyin Kâbe'nin içerisinde bulunması uygun değildir'.85

Dağınık fikirlerin teskin yolu budur. Eğer kişinin dağınık fikirleri bu müsekkin ilâç ile sükûnete kavuşturulamazsa o zaman damarların derinliklerindeki hastalığın kökünü kesecek olan ishal edici devânın kullanılması şarttır:

Şöyle ki, kişi kalbin ihzarına engel olan ve kendisini meşgul eden sebeplere bakmalı ve düşünmelidir. O zaman görecektir ki, meşgul edici hadiselerin tamamı, insanın dünyevî isteklerine dönüşüp kendisini şehvet bakımından ilgilendiren mühim hâdiselerdir.

Bu bakımdan kendisine düşen ilk vazife, nefsini bu şehvetlerden kurtarmalı ve onlarla bağlarını koparmak suretiyle cezalandırmalıdır. O halde insanı namazdaki kalp huzurundan meşgul eden bir hâdise, dininin zıddı ve İblis'in (aleyhillâne) askeri kabul edilmelidir, İnsanın bu askeri içinde tutması çok zararlıdır. Onlardan ancak çıkarıp kovmak suretiyle kurtulabilir.

Nitekim şöyle bir rivayet nakledilmiştir:
Hz. Peygamber kendisine Ebu Cehm86 tarafından getirilen siyah ve nakışlı bir aba ile namaz kıldı. Namazdan sonra bunu üzerinden çıkararak 'Bu abayı Ebu Cehm'e geri götürün; zira demin beni namazımdan meşgul etti. Bana Ebu Cehm'in nakışsız, enbicaniye adlı abasını getirin de onu giyeyim' buyurmuştur.
Bir ara Hz. Peygamber ayakkabılarının (nalınlarının) bağlarının değiştirilmesini emir buyurmuştu. Fakat namazda yeni olan bu bağlar dikkatini dağıttı. Namazdan hemen sonra bu yeni sicimlerin sökülmesini ve yerlerine eskilerinin takılmasını emir buyurdular,87

Hz. Peygamber, yeni bir ayakkabı giymişti. Onun güzelliği çok hoşlarına gittiğinden, derhal şükür secdesine kapanarak akabinde şöyle buyurmuştur:
Rabbimin bana buğzetmemesi için tevazuen secde ettim.
Sonra nalınları çıkarıp ilk rastladığı fakire sadaka olarak verdi. Daha sonra da Hz. Ali'ye kendisi için, tabaklanmış sığır derisinden yapılmış bir çift nalını satın almasını emretmiş ve onları giymiştir.

Erkekler için haram olmadan önce Hz. Peygamber'in parmağında bir altın yüzük bulunuyordu. Bir gün minberde hutbe okumaktayken yüzüğü çıkartıp atarak şöyle buyurdu:
Bu yüzük beni meşgul etti; çünkü bir ona bakıyorum, bir
size...88

Rivayet ediliyor ki, Ebu Talha89 birgün içinde kocaman bir ağaç bulunan bahçesinde namaz kıldı. Bu arada ağacın dallarında uçuşup duran bir kuşcağız çok hoşuna gitti. Namazın içinde bir müddet onu seyretti ve bu yüzden de kaç rek'at kıldığını hatırlayamadı.

Bilâhare bu fitneyi Rasûlullah'a anlatarak şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu bahçe Allah rızası için sadakadır. Onu istediğin yere sarfedebilirsin90'

Başka bir zattan da şöyle rivayet edilmektedir: Bu zat, bahçesinde, hurma ağaçlarının meyve gerdanlıklarını takındıkları bir zamanda namaz kıldı. Bu sırada gözleri manzaranın güzelliğine takılarak kaç rek'at kıldığını unuttu. Daha sonra hadiseyi üçüncü halife Hz. Osman'a anlatarak: 'O bahçe sadakadır. Onu Allah yolunda sarfet' dedi. Hz. Osman da, o bahçeyi ellibin dirheme sattı.

İşte selef, huzur kaçıran fikrin kökünü kesmek için böyle yapar, namazlarının eksiklerine kefaret olsun diye bu şekilde hareket ederlerdi. Bu müzmin illetin kökünü kurutan tedavi ancak budur. Bundan başka herhangi bir tedavi bulunamamıştır.

Bizim belirttiğimiz yavaşça kabaran fikirleri teskin ve zikrin anlaşılmasına dalmak suretiyle yapılan tedavi ise ancak zayıf şehvetler ve kalbin etrafını meşgul eden himmetler için fayda vericidir. Kuvvetli ve keskin şehvetlere gelince; teskin, bu şehvetler için fayda verici değildir. Bu şehvet ile daimi bir muharebe halindesin. Sen onu, o seni çeker durursun. Sonunda o galip gelir ve böylece bütün namazın şehvet ile güreş halinde cereyan eder. Şöyle bir misâl verebiliriz:

Adamın biri bir ağacın altında oturmakta ve mefkûresini de
her türlü meşgalelerden tasfiye etmek istemektedir. Fakat dal
larda öten kuşların sesleri zihnini teşviş eder. O da elindeki sopa ile kuşları kovalar ve tekrar düşünceye dalar. Fakat kuşlar, biraz sonra yeniden dönerek onu yine meşgul ederler. Onları bir daha kovalar. Bunu görenler kendisine şöyle derler: 'Bu hareketin dolap beygirinin sonu gelmez dönüşüne benzemektedir. Eğer ciddi olarak kurtulmak istiyorsan ağacı kökünden kes'. İşte şehvetler ağacı da böyledir. Dallanıp budaklanınca üzerinde, tıpkı dallarda dolaşan kuşlar ya da pisliklerin etrafına toplanan sinekler gibi çeşitli fikirler uçuşur. Bunları uzaklaştırmak için uğraşmak da uzadıkça uzar; zira sinekler kovuldukça geri dönmektedir. İşte bunun içindir ki 'kovulmak' ve 'dönmek' mânâsına gelen zübab adını almıştır: Vesveseler de bunun gibidir...

Bu şehvetler çok fazladır. Onlardan arınmış insansa çok az bulunur. Bütün buşehvetleri derleyen bir kök vardır ki bu dünya sevgisidir. Dünya sevgisi her yanlışlığın başı, her eksikliğin esası ve her fesadın da menbaıdır.

Âhiret işlerinde yardımcı olsun diye değil, aksine başka gayeler için dünyaya meyleden ve iç âleminde dünya sevgisini biriktiren bir insan, namaz içindeki münacaatın kendisine lezzet vereceğini umarsa yanılmış olur. Çünkü dünyaya sevinen, Allah'a sevinmez ve O'nun münacaatı da böyle bir kimsenin hoşuna gitmez. Kişinin gözü ne ile nûrlanırsa himmeti de onunla beraberdir. Eğer gözü dünyadaysa şüphesiz bütün gayretini de dünyaya tahsis edecektir; fakat bununla beraber mücadeleyi tamamen terketmek de uygun bir hareket olmaz. Kalbini büsbütün namaza vermeyi, huzur-u kalbi bozan sebepleri azaltmaya gayret göstermeyi ihmal etmek de doğru değildir. Çünkü hastalığın kökünü kazıyacak acı ilâç ancak budur. Acı olduğu için de insanların hoşuna gitmemiş ve bu yüzden illet müzminleşerek kalmış ve gitgide daha da berbat olmuştur.

Ümmetin büyükleri bile nefislerinin dünyevî işlerle meşgul olmadığı bir anda, iki rek'at namaz kılmaya var kuvvetleriyle çaba sarfetmişler; fakat buna bir türlü muvaffak olamamışlardır. O halde bizim gibilerin muvaffak olması çok uzak bir ihtimaldir. Namazımızın yarısı veya üçte biri vesvesesiz geçebilse, bize kâfidir; çünkü böyle bir namazla hiç olmazsa sâlih ameli kötüsüne karıştıran günahkâr kullardan sayılmış olurduk.

Kısacası, dünya ve ahiretin kalpteki himmetleri, sirke dolu bir fincana dökülen suya benzer. Fincana ne kadar su dökülürse, şüphesiz o nisbette sirke dışarı çıkar; zira ikisi bir arada cem olmaz.



85) İmam Ahmed, Ebu Dâvud, (Osman b. Talha'dan)
86) Adı Âmir b. Huzeyfe'dir. Medinelidir. Mekke'nin fethi gününde müslüman olmuştur. Muaviye'nin hilafetinin sonlarına doğru vefat etmiştir.
Bu hadîsi Buhârî ve Müslim (Hz. Âişe'den) rivayet etmişlerdir.
87) İbn Mübârek, Zühd, (Ebu Nadr'dan mürsel olarak)
88) Nesâî, (İbn Abbâs'dan sahih bir senedle)
89) Adı Zeyd b. Sehl b. Esed b. Haram olup Ensar'dandır. Rasûlullah ile beraber bütün muharebelere iştirak etmiş ve Hz. Peygamber'den 40 sene sonra vefat etmiştir.
90) İmam Mâlik, Muvatta, (Abdullah b. Ebi Bekir'den)