MÜMİNİN MİRACI NAMAZDA AKLA GELEN ŞEYLER!..

"Kulun namazda okuduğu her bir kelimeden geleceği hakkında derin tefekküre dalması, daha önceden yaptığı kusurlardan onu alıkor; içinde bulunduğu şeyle meşgul olması ise, onu anladığı şeye bağlar. Kul okuduğu şeylerin zâhiri manalarının dışında bir takım şeyleri anlar ve bu anladıklarını kendisini ilgilendiren ve ihtiyacı olan şeylere ulaşmaya bir delil yapar. Bunlar derin anlayışlara açılan kapılardır; kula namazda açılır; okuduğu Kur’an onların anahtarı olur. Sonra kul daha ötelere geçer; kendisi için en faydalı ve en gerekli şeylere ulaşır. O, tanıdığını bu şekilde tanır; öğrendiğini bu yolla öğrenir.

Namaz kılan kimse, tilavet esnasında okuduklarını bırakıp faydasız şeyleri düşünmesi veya okunan ayetlerin dışında başka şeylerle meşgul olması onun anlayışını engelleyen bir perde olur ve onu ilmin hakikatinden uzaklaştırır. Kul bunlara son vermelidir.

Tilavetin/Kur’an okumanın hakikati; okuduğu kelamın bâtınî manasını derince düşünmekle ve ilahi hitabın gizlilikleri üzerinde tefekkür ile olur. Kul kalbini murad edilen manalara bağlamalı, fikrini ise onu Allah’a erdiren ve Allah’tan uzaklaştıran şeyler hakkında tezekkür etmede/iyice düşünmede kullanmalıdır. Çünkü bu kelam “Aziz” olan Allah’tan gelen “şerefli” bir kelam, “Latif” Zattan gelen gelen latif/sırlı bir kelam, “Hakim” olan Mevla’dan gelen hikmet yüklü bir kelam, “Âlî” Rabbimizden gelen yüce bir kelamdır.

İlahi kelâmın/Kur’an’ın zâhiri manası anlayışa yakın ve kolaydır. Bâtını ise engin bir deryadır. O’nu dinleyen kimse, herkesin anlayacağı bir yönü bulunduğu için “onu anladım!” der. Ama onu müşahede ettiğinde manasının inceliğinden dolayı sanki hiç işitmemiş gibi olur. Akıl sahibi kimse onu, beyanının açık olması ve hikmeti tafsilatlı olduğundan dolayı bildiğini zanneder, fakat kelamın hakikati kendisine öğretildiği zaman, manalarının derinliğinden ve alanının genişliğinden dolayı sanki onu hiç anlamamış gibi gelir.

Bir kısım insanlar, Kur’anın açıklamalarını duyduklarında bununla aldanmışlar ve ondan daha güzelini söyleyebileceklerini iddia etmişlerdir. Başka topluluk ise onun meselelerini anladıktan sonra, ondan başka bir kitap talep edip onun yerine başkasının getirilmesini istemişlerdir.

Bir başkaları da Kur’an’ı işittiklerinde onu anladıklarını iddia etmişler fakat en doğru söz sahibi Yüce Allah onların yalan söylediğini bildirmiş ve onların Kur’an’ı gerçekte işitmediklerini haber vermiştir.

Allahu Teala başka bir ayetinde bütün bunların onların cehaletinden kaynaklandığını haber vermiş; bu konuda ki cüretlerinin hayret verici olduğunu bildirerek onların vasıfları hakkında şöyle buyurmuştur.

“Kendilerine ayetlerimiz okunduğunda onlar: “işittik; istesek bunların bir benzerini biz de söyleriz” derler.”( Enfal 8/31.)

“Öldükten sonra bize kavuşmayı beklemeyenler, kendilerine ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman: “Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir!” derler.”( Yunus 10/11.)

Allahu Teala diğer grubun sıfatları hakkında da şöyle buyurmuştur:

“Bunlar kulak verirler/dinlemiş gibi gözükürler, halbu ki onların çoğu yalancıdır.”( Şuara, 26/223.)

“Hiç şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır.”( Şuara 26/112.)

“İşitmedikleri halde, işittik/anladık diyenler gibi olmayın.”( Enfal 8/21.)

Allahu Teala Kur’an’ı can kulağı ile dinleyen ve manasını anlayan cinler hakkında şöyle buyurmuştur:

“Cinler şöyle dediler: Biz gerçekten doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik. Artık Rabbimize asla ortak koşmayacağız.”( Cin, 72/1-2)

Cinler, insanlardan daha kuvvetli ve büyük varlıklardır. Bu cinler, Kur’an’ı anlayanlardır. Bunun için Yüce Allah kendilerini övmüştür. Vahyin sahibi Yüce Allah, onu alan ve tebliğ eden peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) hakkında da aynı şekilde şöyle buyurmuştur:

“Onların aksine sen o Kur’an karşısında hayran kalıyorsun, onlar ise alay ediyorlar.”( Sâffât 37/12.) Yani sen Kur’an’a, verdiği açıklamalara ve onun indirilmesine hayran kalıyorsun; ama cahiller onunla alay ediyorlar

Kur’an okuyan kimseye, tilavet ettiği ayetler, ilahi azamet ve kudreti tefekkür etme kapısını açar. Kul ilahi kelam vasıtasıyla ahiretle ilgili nimet ve azabı müşahede imkanı bulur. Bundan dolayı ona iki sevap verilir; birisi tefekkür, diğeri namaz sevabı.

Bu anlattıklarımız müminlerin geneli için ihsan edilen ziyade nimetlerdir. Mukarrebun makamındaki seçkin kullar için ise, bunlarla birlikte onların ötesinde şeyler vardır. Onlar, namazda okudukları Kur’an’la gayb aleminden açılan ilim ve nurlara yöneltilir ve ilahi kelamın sayesinde Yüce Sevgiliye ait sırlara vakıf olurlar. Yine bu Kur’an tilavetiyle elde ettikleri yakîn nuru ile kendilerine ilahi izzet, ceberut, yücelik ve azamet aleminin sırları keşfedilir/açılır. Yüce Allah, onlardan daha önce istediği bir tefekkür ve derin düşünce olmaksızın kendilerini bu haller ile yüz yüze getirir ve onları müşahedesine/tecellilerini seyretmeye mecbur eder. Bu durumda dilleri konuşmaktan kesilir, akılları anlamaktan mecalsiz kalır; Yüce Allah onların kalp ve düşüncelerini bir şey talep etmekten alıkoyar. Onlara herhangi bir sebebe bakma ve yönelme imkanı vermez. Bilakis onlar, herhangi bir çaba ve gayret göstermeksizin, nasıl olduğunu bilmeksizin ve olması için bir irade göstermeksizin bu halleri yaşarlar. Sonra onlar,
içinde bulundukları hâlin hakkını verip manevi nasiplerini elde ettiklerinde daha ötelere, en büyük aleme geçerler; ilahi huzurda dururlar, devamlı Cenab-ı Hakkın yanında olurlar.

Onlar, bir an olsun müşahede esnasında başka şeylerle meşgul olup durmazlar. Allah’tan gayri müşahede ettikleri şeylerle huzur bulup sükuna ermezler. Çünkü onlar beyan/açıklanan mana ile değil onun sahibi ile, haber ile değil yakîn ile, müşahede ettikleri varlıklar ile değil, her şeye şahid olan Mevla ile, varlık ve eşya ile değil, onu yoktan var eden ve varlığını devam ettiren Yüce Zat ile birlikte olmak istemektedirler.

Allah onlara murad ettiği şeyleri gösterir; onlardan başka şeylere yönelme hâlini kaldırır; hakkı yakînen tanıdıklarından onları tembellik ve taşkınlıktan kurtarır. Onları başka şeye bakmaktan keser, varlıklara bağlanmaktan uzaklaştırır. Onlar kendilerine ayetlerini açıklayan zata tam olarak bağlanırlar, Yüce Allah onlara başka şeyden faydalanmayı unutturur. Onlar kendilerini bu makama ulaştıran Yüce Zata bağlanırlar; Allah onlara zatını tanıtır, kendilerini Zatına sevk eder, huzuruna giden yolda onlara delil olur.

Bu anlattıklarımız, Yüce Allah ile özel bir kuvvete sahip olan, O’nunla zengin olup bütün varlıklara muhtaç olmaktan kurtulan, O’nu bulup kalbinden bütün varlıkları atan, O’nunla zikreden ve sabreden kimselerin sıfatıdır.

Namaz kılmak isteyen kimse, ihtiyaçlarını görüp önemli hacetlerini bitirdikten sonra namaza durmalıdır. Geride, kalbini daraltacak ve düşüncesini dağıtacak bir iş bırakmamalıdır. Böyle yaparsa, kalbi namazda boş olur, düşüncesi toplanır, aklı okuduğunu anlayacak şekilde uyanık olur, kalbi ile dili bir birine uyar; bu şekilde kul her şeyi ile Rabbine yönelir. Bu, şeytanla mücahedesinde zayıf düşen ve hak yolundaki yarışta velilere ulaşamayan manen hasta kimselere emredilen bir durumdur.

Bu konuda Rasûlullah’ın (a.s.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Güçlü mümin, zayıf olan müminden Allahu Teala’ya daha sevimlidir. Bununla birlikte her birinde hayır vardır.”( Müslim, Kader, 34; Nesai, Ameli’l-Yevmi ve’l-Leyle, 195; İbnu Mace, Mukaddime, 10; Beyhaki, Sünen-i Kübra, X, 89; İbnu Hıbban, Sahih, No: 5722.)

Allahu Teala da şöyle buyurmuştur:

“Müminlerden -özür sahibi olanların dışında-oturanlarla malları ve canları ile cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile Cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik/cennet vaad etmiştir; ama mücahitleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”( Nisa 5/95.)


Konular