Selman’ı Ağlatan, Bizi de Ağlatıyor mu?

Osman Arpaçukuru


Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Selman hastalanmıştı. Sa'd b. Ebû Vakkâs ona geçmiş olsun ziyaretine gitti. Yanına varınca Selman'ı ağlıyor buldu. Sa'd: "Niçin ağlıyorsun, ey kardeşim? Sen Resûlullah'a (s.a.v.) arkadaşlık etmedin mi? Sen arkadaşlarına kavuşacaksın. Havuz başında Resûlullah'a varacaksın. Hem Resûlullah (s.a.v.) vefat ederken senden hoşnut idi. Şöyle değil mi, böyle değil mi?" dedi. (Bu şekilde, ağlamasının boş ve gereksiz olduğunu anlatmak üzere kendisine bazı faziletlerini hatırlattı.) Selman (r.a.) ona şu cevabı verdi: "Ben, ne dünyaya olan düşkünlüğümden, ne de ahirete olan korkumdan dolayı ağlamıyorum. Resûlullah bizden bir söz almıştı. O söze bağlı kalmamış olduğumu görüyorum." Sa'd: "Resûlullah (s.a.v.) sizden ne sözü almıştı?" diye sordu. Selman: "O (s.a.v.) bize: "Herhangi birinizin dünyadaki geçimliği, bir yolcunun azığı kadar olsun." demişti. Ben bunu aştığımı sanıyorum. Sana gelince, ey Sa'd! Hüküm verdiğin zaman hükmünde, hak taksim ettiğin zaman taksiminde, bir şeye yöneldiğin zaman niyetinde Allah'tan kork (Bir başka rivayette: Allah'ı aklından çıkarma)." Hadisin ravilerinden Sabit der ki: "Bana ulaşan habere göre; Selman (r.a.) vefat ettiğinde geriye bıraktığı tüm serveti, yirmi küsur dirhem tutarında maldan ibaretti." (Bkz. Sünenü İbn Mâce, 4104; Müstedrek, 7891; Camiu Ma'mer b. Râşid, 11/313; Şuabü'l-iman, 10394-10397; Zühdü İbn Ebî Âsım, 1/152; et-Terğib ve't-terhib, 4/79 (4878), Zühdü Hinad, 1/316 (566); el-Beyan ve't-tarif, 2/181; Kütübi Sitte Muhtasarı, 17/563-564 (1257); Hayatü's-sahabe, Kandehlevî.)
Saadet asrından müstesna bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu, kardeşlik, vefa ve sevgiyle dolup taşan bir tablo... Aynı zamanda ibretler ve dersler veren bir sahne. İnsanın hayata ve dünyaya yaklaşımını biçimlendiren, ona her an Allah ile olma bilincini kazandıran bir meclis… Bu tablo ve sahnenin, doğrudan görülmese de merkezinde Hz. Peygamber ve O'nun biricik öğretisi var.
Selman hastalanmıştır; ölüm döşeğindedir. O Selman ki ilim, fazilet ve zühd bakımından ashabın en önde gelen simalarından birisi, Resûlullah'a (s.a.s) yakınlığıyla tanınan kutlu kişi... Hz. Aişe onun hakkında şöyle demektedir: "Birçok geceler Selman (r.a) Resûlullah (s.a.s) ile yalnız kalırlardı. Bu beraberlik o kadar sürerdi ki Resûlullah (s.a.s) hanımlarından birinin yanına bile girmezdi."
Hz. Peygamber'in vefakâr arkadaşları Selman'ı ömrünün son günlerinde de yalnız bırakmamakta, her fırsatta ziyaretine gelmektedirler. Yukarıdaki hadis bu ziyaretlerden birini ve bu esnada mecliste geçen konuşmalardan bir bölümünü, belki dünya üzerinde yaşadığımız süre içinde ihtiyaç duyacağımız kadarını bize aktarmaktadır. Selman'ın bu kez ziyaretçisi Sa'd b. Ebû Vakkas'tır.
NİÇİN AĞLIYORSUN EY SELMAN?
Sa'd, Selman'ın yanına girince onu ağlarken bulur. Vefakâr arkadaş, niçin ağladığını sorar kadim dostuna: "Niçin ağlıyorsun, ey kardeşim?" Bir sıkıntısı mı var Selman'ın ya da çok şiddetli ağrılardan mı mustarip? Bu sıkıntı ve ağrılarından ötürü hayat artık kendisine dayanılmaz mı gelmektedir? Selman niçin ağlıyor? Selman, dünyadan, dünyanın cezbedici güzelliklerinden ayrıldığına mı üzülüyor? Ya da ahiret hayatından, orada karşılaşacaklarından mı korkuyor?
Hz. Sa'd, onun ahiret hayatı sebebiyle ağladığını düşünmüş olmalı ki, onu bu konuda rahatlatacak sözler söylüyor: "Sen Resûlullah'a (s.a.v.) arkadaşlık etmedin mi? Sen arkadaşlarına kavuşacaksın. Havuz başında Peygamber'e varacaksın. Hem Resûlullah (s.a.v.) vefat ederken senden hoşnut idi." Sa'd' ın, ölüm anında bir insanın ağlamasının ancak ahiret sebebiyle olabileceğini düşünmesi, sahabenin bu konudaki genel yaklaşımını da göstermektedir. Zira onların en büyük amaçları, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak idi ve bu amacı gerçekleştirmemiş olarak Allah'ın huzuruna varmaktan son derece korkuyorlardı. Sa'd, Selman'ın bu sebeple ağladığını düşünmüş ve onun güzel yaşantısını ve faziletlerini dile getirerek, ağlamasının, korkusunun boşuna olduğunu dile getirmeye çalışmıştı.
Ama Selman'ın korkusu başkaydı. Selman ne dünya sebebiyle, ne de ahiretten ötürü ağlamıyordu. Peygamber'e bağlılık ve sadakatinde taviz vermeyen ve "Hz. Peygamber'in "Selman, bizdendir, Selman ehlibeyttendir." Ve yine "Cennet üç kişiyi özler: Ali, Ammar ve Selman." iltifatına mazhar olan Selman, kendini çok iyi tanıyordu. O Müslüman olduğu gün Allah'a verdiği sözü asla değiştirmemiş ve kesinlikle bozmamıştı. Allah'ın vaadine de son derece güveniyordu.
Sa'd'ın bu sözleri üzerine Selman ağlamasının gerçek nedenini şöyle açıklar: "Ben, ne dünyaya olan düşkünlüğümden, ne de ahirete olan korkumdan dolayı ağlamıyorum. Resûlullah bizden bir söz almıştı. O söze bağlı kalmamış olduğumu görüyorum."
Selman'ı ölüm döşeğinde ağlatan sebep, Hz. Peygamber'e verdiği bir söze bağlı kalamamış olmasıydı. O şimdi bunun üzüntü ve pişmanlığını yaşıyordu. Peki, Selman'ın bağlı kalamadığını söylediği, "Resûlullah'a verilmiş söz" neydi? Selman Hz. Peygamber'e karşı mı gelmiş, buyruklarının dışına mı çıkmıştı? Sünnetlerini mi terk etmişti? Selman'ın sadakat gösteremeyip kendisini son demlerinde böylesine kedere sokan "bu verilmiş söz" neydi? Bunu asırlar sonra bugün sadece biz merak etmiyoruz kuşkusuz. Bu sözü, o gün kendisinin yanı başında duran arkadaşı Sa'd da çok merak eder ve "Resûlullah (s.a.v.) sizden ne sözü almıştı?" diye sorar. Selman bu soruya şöyle cevap verir: "O (s.a.v.) bize: "Herhangi birinizin dünyadaki geçimliği, bir yolcunun azığı kadar olsun." demişti. Ben bunu aştığımı sanıyorum."
İNSANI DERİNDEN SARSAN CEVAP
Bu, bizim için sıradan, olağan bir cevap… Bizler de zaman zaman kendimiz için bu tür şikayetleri dile getirmiyor muyuz? Dünyaya gönül vermekten, dünyalık peşinde koşarak hayatımızı asıl amaç ve yörüngesinden çıkarmaktan korku duymuyor muyuz? Eğer hayatımızın son demlerinde, geriye dönüp baktığımızda korktuklarımızın başımıza geldiğini görürsek, bizim de Selman kadar üzüntü ve pişmanlık duyacağımız kesindir. Evet, ilk anda bu cevap, kulaklarımıza çok olağan, alışılmış bir söz olarak geliyor.
Fakat Selman'ın, dünyaya gönül bağlamayan zühd yaşantısını ve onun bu sözü söylerken ardında bıraktığı servetin miktarını öğrendiğimizde sarsılıyoruz. Sıradan sandığımız cevap, bu kez bizi derinden sarsıyor. İliklerimize kadar titrediğimiz hissediyoruz. Valilik yaptığı dönemde, maaşını Allah yolunda infak ettiğini, kendisi el emeğiyle geçindiğini, etekleri yerde sürünen, biçimsiz bir aba giydiğini, evlendiğinde, kendisinin evi olmadığı için hanımının evine yerleştiğini ve bu esnada evde birçok ev eşyası görünce onlar dışarı çıkarılıncaya kadar eve girmediğini ve yine ölümünden sonra terekesi sayıldığında tüm servetinin yirmi küsur dirhem tutarında maldan (bazı rivayetlerde bu servet, 15, 20 ve 30 dirhemlik mal olarak geçer) ibaret olduğunu öğrenince düşünceler bizi sarıyor.
Selman'ın servetinin tamamı en fazla 30 dirhem para eden maldan ibaretti. Bu ise, yine diğer bazı rivayetlerde açıklandığı üzere birkaç ev eşyasından ibaretti. O bu birkaç ev eşyasına sahip olmuş olmayı, Hz. Peygamber'e verdiği, "Herhangi birinizin dünyadaki geçimliği, bir yolcunun azığı kadar olsun." sözünü çiğnemiş olma olarak kabul ediyor ve bundan dolayı pişmanlık ve üzüntü duyuyordu. Hâlbuki bu sahip oldukları da yaşamın zorunlu ihtiyaçlarından başkası değildi. Çünkü o, dünyalığın her türünü Allah'ın rızasına giden yolda engelleyici bir yük ve ağırlık ve yine Hz. Peygamber'in şu hadisini de bu sözün sebebi olarak görüyordu: "Cehennem köprüsünün yanında bir yol vardır. Çok engebeli ve kaygan bir yoldur. Eğer biz o yola yükümüz hafif olduğu halde varırsak kurtulmamız, yükümüz ağır iken vardığımızdan daha ümitli olur."
SELMAN'I AĞLATAN, BİZİ DE AĞLATIYOR MU?
Bugün bizler ne durumdayız? Dünyayla ilişkilerimiz hangi nitelik ve derinlikte bulunuyor? Selman'ı ağlatan, bizi de ağlatıyor mu? Yoksa onun ağladığına biz gülüyor muyuz? Onun korktuklarından biz memnunluk ve sevinç mi duyuyoruz? Onun yüz çevirdiklerine biz gönül kapılarımızı ardına kadar açıyor muyuz? Yoksa "Bu, sadece ondan alınmış bir söz" deyip, kendimizi dahası içler acısı durumumuzu savunmaya mı geçiyoruz?
Eğer böyle yapıyorsak, şunu kesinlikle bilelim ki, bu söz sadece Selman'dan alınmış değildir. Hz. Peygamber sahabesinin geneline bunu tavsiye etmiştir. Sa'd da bunu bilmektedir. Ancak Selman'ın ağlamasının bundan ötürü olduğunu bilmemektedir. Öğrendiğinde de "Resûlullah bunu size ne zaman söyledi?" biçiminde bir soru sormamış olması, bunun bu şekilde olduğunu göstermektedir. Yine Hz. Peygamber bir gün ağlamakta olan hanımı Hz. Aişe'ye bu sözü dile getirerek şöyle demiştir: "Niçin ağlıyorsun? Şayet ahirette bana kavuşmak istiyorsan, dünyadaki azığın, bir yolcunun azığı kadar olsun yeter." Bu sebeple Hz. Peygamber'in ashabı bu söze sadık kalmaya çalışmış, birbirlerine de bunu tavsiye etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir'in, kendisine öğütte bulunmasını söyleyen Selman'a öğüdü de bundan başkası değildir: "Ey Selman! Allah'tan kork. Bilmiş ol ki, gelecekte bazı fetihler olacaktır. O fetihlerde senin payının ne olacağını bilmiyorum. Fakat senin payın, karnına yediğin ve sırtına giydiğin olsun… Kesinlikle Allah sizin için dünyanın fethini müyesser kılacaktır. Sakın herhangi biriniz ihtiyacından fazlasını dünyadan almasın."
Bize düşen, Hz. Peygamber'in bu buyruğunu bugün de esas almak ve "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız, doğruyu bulursunuz." diye övdüğü sahabei kirama uymaktır. Elbette onları çok iyi anlayıp, dinin bu konudaki hedef ve maksadını da kavradıktan sonra, aynı hassasiyeti aynı derinlik ve boyutta göstermemiz ideal olandır. Bu Allah'ın Sevgili Peygamberinin de bizden istediğidir. Bunu yapamıyorsak, hiç olmazsa dünyaya olan yaklaşımımızı doğru eksen ve yörüngeye oturtmamız, ahireti öne alan, önceleyen bir yaşam sürmemiz gerekmez mi?!
SELMAN'IN VEFATI
Konu Selman el-Farisî'den ve onun ölüm döşeğinde yattığından açılmışken, bu güzide sahabînin vefatını da hanımından ağzından aktararak, sözümüzü bağlayalım. Selmânı Fârisî'nin karısı Bukayre şöyle anlatıyor:
"Kocam Selman ölüm döşeğinde yatarken bir ara beni yanına çağırdı. Kendisi dört kapılı odasında yatmaktaydı. Bana: "Şu sana vermiş olduğum emaneti bana getir!" dedi. Ben de gidip içi miskle dolu bir kese getirdim. Sonra Selman bir bardak su istedi. Hanımı suyu getirdiğinde kesedeki miski onun içerisine boşaltarak eliyle eritti. Sonra da hanımına verip "Bu miski yatağımın etrafına serp. Çünkü bugün dedi. "Şu kapıların hepsini aç ey Bukayre! Çünkü bugün benim Allah'ın dostlarından bazı ziyaretçilerim olacaktır ve ben onların hangi kapıdan geleceklerini bilmiyorum. Bunlar yemek yemezler fakat güzel kokuyu severler." dedi. Sonra da kendisinin kullanmakta olduğu miski isteyerek "Bir miktar su ile karıştırarak yatağımın dört bir yanına saç!" dedi. Bu dediklerini yaptığımda da şunları söyledi: "Şimdi çık! Bir süre durduktan sonra döndüğünde beni yatağımın üzerinde ölü olarak bulacaksın!" Odasından çıktım; bir müddet oyalandıktan sonra döndüğümde ruhunun kabzedilmiş olduğunu gördüm. Yatağının üzerinde uyur gibi yatmaktaydı."


Konular