Tavırsızlık Maymunluk Alametidir

İbrahim Küçük


Tavırlı olmak, tavır alabilmek, tavır koyabilmek gibi değimlerin kavranabilmesi için öncelikli şart şahsiyet sahibi olabilmektir. Bu sebepledir ki; şahsiyet sahibi olmayan bir birey, her hangi bir olayda tavır ortaya koymuş başka bir bireyin neden böyle tavır koyduğunu algılayamaz. Hatta tavır alan kişinin haklı ya da haksızlığına bakmaksızın o kişiyi "ortamı germekle" ya da "küskünlük çıkarmakla" suçlar. Dolayısıyla bir kişinin tavır alabilmesi ve tavır almış birini algılayabilmesi için önce şahsiyet sahibi olabilmesi gerekmektedir. Konumuz tavırlılık olduğu için şahsiyet konusuna azıcık değinip geçersek; şahsiyetlilik, en öz tanımla; hür irade sahibi olmaktır. Yani; varlığını, toplum içindeki duruş noktasını her hangi bir birey ya da oluşuma bağımlı kılmamış inandığı ahlaki kriterlere göre kendisini şekillendirebilmiş kişidir. Bu manada kişinin asgari şahsiyet kıvamını yakalaması için illa mü'min olması gerekmez. Hatta imanda mutlak asgari şahsiyetliliğin üzerine bina edilecektir. Misal; Rasulullah (s.a.v) vahiyden önceki ahlaki faziletleri birer şahsiyetlilik örneğidir. "Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" (İbn Hanbel, Müsned, II, 381) hadisi şerifinden de anlaşılacak bir çok manadan biri budur. Münafığın kâfirden daha aşağılık olmasının sebeplerinden biride budur. Küfür üzere iken küfür şahsiyetliliği göstermek yerine çift kimlik şahsiyetsizliğine bürünmek tüm ahlaki zaafiyetleri kendinde cem etmiş olmasıdır. Kısacası adam olmak, adam gibi adam olmak, tavır koyabilmek, tavırlı olabilmek gibi kıymet ifade eden, asgaride insaniyet kemal atta mü'miniyet alameti olan duruş şeklinin kavranması için şahsiyetli olmak bir elzemi yettir. Tarih boyu gönderilmiş vahiy elçilerinin uğraşlarını hep şahsiyetli insan yetiştirme üzerine kurmaları da kısaca izah etmeye çalıştığımız konuyla birinci dereceden ilintilidir.
Tavır almak meselesinde her meselede olduğu gibi 1- İstikametli tavır almak, 2- İstikametsiz tavır almak, şeklinde iki yön vardır. Lafı çokça uzatmamak ve istikametli tavrı ortaya koyabilirsek istikametsizliği de kendiliğinden anlaşılır umudu ile konumuzu "İstikametli tavır almak" başlığı üzerinden şekillendirmeye çalışalım (inşallah). Ancak şunu da ifade etmeden geçemeyeceğiz: Tavır almaktaki maksat illa ki anti hareket ortaya koymak yada karşıt duruş serdetmek değildir. İslâm adına tavır alalım derken ortaya koyduğumuz tavır bizi başka bir İslâm dışı konuma sürüklememelidir.
İstikametli tavırlılığın iki şekli vardır:
1- İnsan olarak tavırlılık
2- Mü'min olarak tavırlılık
Allah Teâla insanı diğer canlı ve cansızlardan üstün özelliklerle donatmıştır. Bu donanımlar vesilesiyle insan eşref-i mahlûkat makamına erer. Akıl, irade, düşünme, muhakeme, üretebilme, kendini ifade edebilme gibi bir çok ilahi bağış sayesinde kişi kendisini cemadat, nebatat ve hayvanattan ayırabildiği gibi diğer insanlar arasında da kimlik tanımlaması şeklinde ayrılabilir. Ancak insana bahşedilmiş bir özellik daha vardır ki; insan bu melekesini işletmediği zaman diğer insani melekeleri anlamsızlaşacak ya da kıymetini kaybedecektir. O özellik: Tavır alabilme özelliğidir. Kişiyi eşyadan, bitkiden, hayvandan ayırabilen en önemli melekelerden biride budur. Sandalyeyi tekmelersiniz biraz sonra üzerine oturursunuz. Sandalye size tavır alamaz çünkü onda öyle bir meleke yoktur. Meyve ağacına tekme atarsınız ağaç meyve vermeye devam eder. Hayvanın canını yakarsınız size hizmet etmeye devam eder. Ağacın yaprakları hala yeşildir. Hayvanın yüz simasında bir değişiklik göremezsiniz. O boş bakışı eskisi gibidir. Ama eğer insan tavır alma melekesini işletebiliyorsa tekme yemeden önce ya da itilip hakaret görmeden önceki hali ile sonraki hali mutlaka farklılık gösterecektir. Şahsiyet sahibi bir insan mü'min ya da kâfir mutlaka tavır alma melekesini işletecektir. Bireysel bağlamda nefsi adına insanların çoğu tavırlı olabilmektedir. Nefsine dokunduğunda birden tavır koyabilmektedir. Ama insanlığın şahsiyetsizleşip tavır koyamadığı alan toplum adına bireysel tavır koyma alanıdır. Yaklaşık beş yıl öncesi Rachel isminde genç bir bayan vardı. Alman vatandaşı, insani gönüllülük adına Filistin'deki İsrail zulmünü incelemek için Filistin’de bulunuyordu. Bir Filistinlinin evini yıkmak isteyen İsrail dozerinin önüne canlı kalkan olmak istemiş ve böylece dozerin paletleri altında can vermişti. Rachel burada insani tavırlılık melekesini işletmişti. Hatta o günlerde birileri Rachel'i mü'min midir değil midir diye zihninden muhakeme etmiştir. Hayır, Rachel mü'min değil Hristiyan bir genç bayandı. Ama Rachel insan olma farklılığını ortaya koymuştu. Evet! "ben insanım, diğer mahlûkattan farklıyım" diyebilenlerin Guantanamo'da işlenen zulme tepki koyabilmesi için ya da Ebu Gurayb'ta tecavüz ve işkenceye lanet okuması için illaki İslâm milletinden olması gerekmiyor. Filistin'deki, Irak'taki, Çeçenistan'daki v.s zulme, tecavüze, şiddete tavır alabilmesi kişiyi diğer mahlûkattan ayırabilecektir. Çünkü Allah (c.c) insana buruşabilen bir yüz bahşetmiştir. Konuşabilen bir dil bahşetmiştir. Tersini göstererek hayır söylemini ifade edebileceği bir el bahşetmiştir.
ABD hükümetinin Irak politikasına tavır alarak protesto yapabilen ender insanlar bazen Beyaz Saray önünde toplanabiliyor. Bu ABD vatandaşları, bu tutumlarıyla kendilerini parktaki çimlerden, ahırdaki binek atlardan, cafelerdeki sandalyelerden ayırabilenlerdir. Hal böyleyken hem insanım hem mü'min dediği halde insanlığa ve İslâm'a karşı onca zulüm ve tecavüz eden ehl-i küffara tavır almayan, yüzünü buruşturmayan hatta ve hatta bu zalimlerle inip binen güruha yazıklar olsun demekten başka ne kalıyor.
Adı İslâm toplumu da olsa şahsiyet erozyonuna duçar olmuş bir toplum daha henüz insani tavır alma melekesini yerine getirmekten aciz kalıyorsa acaba böylesi bir toplumdan İslâmi bir tavır beklemek ne kadar makuldür? "Köpek ve başörtülü giremez" tabelasının asılabildiği, başörtüsü olduğu için bilgiye ulaşma hakkı engellenen bir mü'mineye yapılan zulme yüz buruşturmak için illa mü'min olmaya gerek olmadığı bir mantık silsilesi içerisinde mü'min olduğu halde bu zulme yüz buruşturmak şöyle dursun "Allah bu yasakçılara zeval vermesin" manasına gelebilen dualara Cuma cemaatinde amin diyenler amin dedirtenlerin olduğu bir kalabalıklar güruhunda şahsiyetliliğin, insani tavırlılığın zerresi vardır diyebilmek mümkün müdür?
Bahsede geldiklerimizin öğreti kaynaklarından birine bakacak olursak şu hadisi şerif karşımıza çıkacaktır: Urs İbnu Amire el-Kindi (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdular ki: "Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şahid olan bunu takbih ederse (kötü olduğunu teyit ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O kötülüğe şahid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şahid olmuş gibi manen zarar görür." (Ebu Davud, Melâhim 17, 4345)
İstikametli tavırlılığın diğer ikinci şekli;
2- Mü'min Olarak Tavırlılık:
İnsani tavırlılık sınavını geçemeyen hiç kimse mü'mince tavır koyabilme onuruna erişemez. İnsani olguları kendinde barındıramayan kişi akiden mü'min olsa da kemale işaret eden sonu "…mü'min değildir, …bizden değildir" şeklinde biten dikkat hadislerinin bir çoğu ile muhataptır. Biz burada mü' min tavrı derken akaiden, ahlâ ken, amelen ve şahsiyetli duruş noktasında olması gerektiği gibi olabilmiş mü'minin tavrından bahsedeceğiz. Yoksa dünyevi ahkâm açısından mü’min sayılan, sayılması gereken bireylerin tavrından bahsetmeyeceğiz. Zira mü'min olmak başka bir şeydir, mü'min sayılmak başka bir şeydir.
İnsani tavırlılık sınavını geçmiş ve kendisine hesapsız bir nimet olarak hidayet bahşedilmiş bir mü'min tavırlı olma noktasında en az beş kapıyla muhataptır.
1- Küfre ve zulme karşı mü'mince tavır: Mü'min insani tavır standartlarıyla bu tavır alma kapısında bir çok meseleyi temelden halletmiş olacaktır. İnsani tavıra ilaveten mü'min, küfre ve zulme rıza göstermediği gibi küfre ve zulme ortak olabilecek tüm bireysel, sosyal, ekonomik oluşumlardan uzak duracak tavrı ortaya koymalıdır. "Küfre rıza küfürdür, zulme rıza zulümdür" hadis-i şerifinden "Ne zalim ol ne mazlum" hadis-i şerifine kadar bütün nebevi tembih ve emirleri zihninde sürekli canlı tutabilmelidir. Teheccüd namazında siyonistlere lanet okumayı öğrenmiş ancak pratik hayatta "beyazlarım daha beyaz" sloganına kapılıp siyonist zulme ekonomik olarak tavır koyamama zaafiyetine düşmemelidir. Rasulullah (s.a.v) "Bir mü'minin öldürülmesine yarım kelimeyle dahi yardımcı olanın ahirette alnına "Allah'ın rahmetinden uzaktır" mührü vurulur" (İbn-i Mace, Diyetler Bölümü) buyuruyor. O halde istikametli tavır alabilen mü'min her açıdan küfür ve zulme katkı sağlamayacak kadar uyanık olmalıdır.
2- Gayr-i İslâmi zorlamalara karşı mü'mince tavır: Mü'min kendisini adam yerine koymayan, İslâm'ın emirlerini anlamsız birer kurallar manzumesi sayan mantığa gülücükler dağıtmamalıdır. Hiçbir şey yapamıyorsa yüz buruşturma melekesini işletebilmelidir. Kendisine reva görülen onca aşağılamaya rağmen insana has yüz buruşturabilme nimetini kullanmıyorsa bu sebepten hesaba çekilebileceğini de unutmamalıdır. Nasıl ki aklını neden kullanmadın sorusu sorulacaksa neden yüz buruşturmadın sorusu da sorulacaktır. Allah adına, İslâm adına, iman adına yüz buruşturabilme şahsiyetliliğini mü' min mutlak gösterebilmelidir. Birileri mü'minin en kutsallarından bir nesneyi bez parçası sayıyorsa ve O mü'min de birilerinin bez parçasını en kutsalları sınıfında sayıyorsa burada cehaletten daha çok şahsiyetsizlik ve tavırsızlık söz konusudur. Problemi yok sayarak aşma hali tercih edilmiştir. Çünkü tavır alınması gereken problemi aşmanın en kolay yolu yok saymaktır. Var saymak çeşitli zorlukları da beraberinde getireceği için dik duruş şahsiyetliliği yerine el ovuşturma ve boyun eğme şahsiyetsizliği ile tavırsız ve onursuz mutlu hayat(!) seçeneği tercih edilmiş olur. Tüzükte, kanunda şart olarak konu edilmemesine rağmen çocuğunuza zorla bale öğretilmek isteniyorsa sizde yüz buruşturmak ya da "ben müsaade etmiyorum" demek yerine bir mü'min olarak "peki efendim" diyorsanız sözlükteki karşılığınız; iki ayaklı sandalyedir. Yok eğer içeride "peki efendim" deyip dışarıda az evvelki efendinize küfrediyorsanız hem iki ayaklı sandalye hem iki yüzlü yüzsüz olmuşunuzdur.
Bundan sonraki kapılar birebir İslam dairesi içerisinde kalan tavırlılık halleridir. Zira tavırlı olmaktaki asıl gaye; cürme ortak olmamak ve cürüm sahiplerini ıslah olmaya davet etmektir. Bu bağlamda tavırlılık konusunda diğer kapı:
3- Mü'minin kendine karşı mü' mince tavrı: Yeryüzünün halifesi olarak halk edilmiş ve yeryüzünün ıslah edicisi olarak sıfatlandırılmış mü'min evvela kendini küfür ve zulümden koruduğu gibi haramlardan, kerihlerden korumalıdır. Nefsine kapılıp işlediği her hangi bir cürümde ilk evvel nefsini yalanlayıp tevbe ettiği gibi cürümde ısrar eden nefsine tavır almalıdır. Kendi kendinin ıslah edicisi olmayı becerebilmelidir. Kendisine yüz buruşturabilmeli, kendisini müstağni saymamalıdır. Nefse tavır alma noktasında ruhbanlığa bulaşmadan nefsinin çok arzu ettiği zaruret dışında kalan yiyecek, içecek gibi şeyleri tehirli bir şekilde nefsine sunarak nefsini ıslah etme noktasında kendisine de tavır alabilmelidir. Islah olma ve nefis terbiyesi noktasında Rasulullah'ın (s.a.v), Ashab'ın ve Onlar'ın takipçilerinin takip ettiği zühd ve takva yollarını takip etmek her ıslah erinin şiarı olmalıdır.
4- İmanın gereklerini yerine getirmeyenlere mü'mince tavır almak: Özellikle cahiliye eğitim sistemi ve metodu ile terbiye olmuş bir toplumda mü'min bu kapıda çokça zorlanacaktır. Akaiden mü' min sayılanlar ve mü'min olanların var olduğu bir toplulukta kişiler imanın gereklerini yerine getirmediğinde muvahhid mü'min Kitap ve Sünnet'e uygun tavrını koymalıdır. Tavırdan maksat önce ifsadı ıslah etmektir. Yoksa kırıp döküp ilk hamlede bütün bağları koparmak değildir. Islah umudu tükeninceye kadar iyiliği emr kötülüğü nehy vacibiyetini yerine getirmelidir. Islah şartları oluşmuyorsa kendisini bu kötülükten uzak tutabilmeli ve kötülüğe karşı tavırlı olduğunu uygun bir dille beyan etmelidir.
Günümüz toplumunda zaman zaman üzüntü ile gözlemlediğimiz; mü'minim diyen insanların fuhşiyat ifade eden söz ve hikayelerle birbirlerini ifsada sürüklemeleri ya da gıybet dedikodu ile günah batağına batarken uyarıcı niteliğindeki kişilerin uyarmak şöyle dursun aynı fıskı işler hale gelmesidir. Ya da dinin tüm değerlerine hakaret eden bir adamla az sonra futbol kritiği yapan ve mü'minlerdenim diyen bir adamı aynı masada çay içerken görmek şahsiyetsizlik ve tavırsızlığın olağan hale gelmesine örnek teşkil edecek hale dönüşmüş olmasındandır. Kendi nefsi adına en küçük kaybı ve hakareti kabul etmeyip de Allah'ın (c.c) dini noktasında tüm kayıp ve cürümleri görmezden gelebilen bu şahsiyetsiz güruh en azından şu iki hadisin sınırlarında gezinmektedir.
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "İsrailoğulları bir kısım günahlar işlemeye başlayınca âlimleri onları bu işlerden menettiler. Ancak onlar dinlemediler, vazgeçmediler. Zamanla âlimler de onlarla oturmaya, dayanışmaya ve beraber içmeye başladılar. Allah’da bunun üzerine, berikinin dalâletini öbürüne katarak, biriyle diğerinin küfrünü artırdı. "Dâvud'un ve Meryem oğlu İsâ'nın diliyle onları lânetledi..." (Maide: 5/78). Sonra, ayakta bulunan Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturarak sözünü tamamladı: "Hayır, nefsimi kudret elinde tutan Zat'a yemin ederim, onları hak adına kötülüklerden men etmezseniz (siz de rızaya eremezsiniz)."(Ebu Davud, Melahim 17, 4336)
Kays İbnu Ebî Hâzım anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) Cenâb-ı Hakk'a hamd ve senadan sonra buyurdu ki: "Ey insanlar! Sizler şu âyeti okuyor ve fakat yanlış anlıyorsunuz: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez" (Maide: 5/105). Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) 'in: "İnsanlar, zâlimi görüp elinden tutmazlarsa, Allah'ın, hepsine ulaşacak umumî bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittik." Keza ben, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "İçlerinde kötülükler işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde, seyirci kalır, müdâhale etmezse, Allah'ın hepsini saran umumî bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittim." (Tirmizi, Tefsir, Maide 3059)
5- İki davalı mü'min arasında mü'mince tavır alabilmek: İnsan ilişkilerinde her an iki insan arasında bir takım ihtilaflar olacağı gibi mü'minler arasında da ihtilaflar olabilir. Bu bazen sosyal bazen ticari bazen ortaklık ihtilafları v.s şeklinde olabilir. Bazen de ilmi bir mesele hakkında olabilir. Burada şahsiyet yoksunu üçüncü kişilerin takınacağı en belirgin tavır "iki tarafta mü'mindir ben karışmam tarafsızım" halidir. Bu etliye sütlüye bulaşmadan nefsi adına olağan çarkı en kolay şekilde döndürebilme yoludur. Herkesle arası iyi herkes tarafından sevilen mü'min olmak adı altında haklının yanında yer alamadığı için dolaylı bir şekilde haksız tarafa destek vermiş olmanın ta kendisi olan tarafsız taraf olma halidir. Bu tutum tavır alınmamış haksız tarafın haksızlık çukurunda boğulmasına göz yummaktır. Diğer yandan haklı tarafın zulme uğramasına ses çıkarmamaktır. Oysa bir mü'min haklı-haksız ikileminde hadiseyi tahkik edip haklıdan yana tavır almakla mükelleftir. "Tarafsızım" demek gibi bir lüksü olmayan mü'min kim olursa olsun haklıdan yana mü' mince tavır alıp haktan yana olmak şahsiyetliliğini serdetmelidir. Bu illetin en başlıca sebebi haklıdan yana tavır almak beraberinde birçok zorluğu getirebileceği içindir. En evvel haksız tarafla karşı karşıya gelmektir. Herkese mavi boncuk dağıtmak şahsiyet yoksununa daha kolay geldiği için "herkes tarafından sevilen mü'min" olma edasıyla yürümek nefse daha hoş geldiğindendir.
Unutmayalım ki; bu gün için Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (Allah onlardan razı olsun) gibi şahsiyetlere son derece ihtiyacımız olduğu gibi konuştuğu için, herkes tarafından sevilmek gibi bir kaygısı olmayıp sadece Hak'tan yana konuştuğu için yalnız adam olabilmeyi göze alan Ebu Zerr'lerede ihtiyaç vardır. Küsmek, müsamaha ve tavırlılık kavramlarını birbirine karıştırmadan kimin nerede durduğunu korkusuzca söyleyip hakkın düşmandan gelse de hakk batılın dosttan gelse de batıl olduğunu söyleyebilecek kadar hür irade ve şahsiyet sahibi mü'minler topluluğunu kurmadan asla ideal İslâm toplumu oluşmayacaktır. Yine bilelim ki Kur'an'da bizlere bahsedilen "cumartesi yasağına" uymayıp domuz ve maymunlara çevrilen İsrailoğullarından alacağımız ibret şudur. O kıssada anlatılan üç taife vardır.
1- Cumartesi yasağına uyup balık avlamayanlar ve avlayanlara yapmayın diyenler.
2- Cumartesi yasağına uymayıp balık tutanlar.
3- Cumartesi yasağına uyup balık avlamayıp avlayanlara da ses çıkarmayıp yanlarında oturanlar.
Kur'an'ın bildirdiği gibi burada 2. ve 3. taife helak olmuş, İlâhi azaba muhattab olmuşlardır. Sadece avlayanlar değil avlayanlara ses çıkarmayanlarda helak olmuştur. Tavırsızlık, zulme karşı şahsiyetli duruş göstermemek Kur'an'a göre maymunluktur. Maymun bedenen insanı andırsa da insani melekelerden yoksundur. Bu sebeple bedenen insan olup tavır olarak insani ve İslâmi melekeler serdedemeyenler mü'miniz deseler de maymun vari bir taklidi anlayışlarından dolayı insani ve İslâmi potansiyeli yakalayamazlar.
Netice olarak; imanı besleyen damarlardan biride ibadet damarı gibi önemli bir damar olan tavırlı ve şahsiyetli olma damarıdır. Bu damarı koruyamayanın imanı da koruyamayacağını Rasulullah (s.a.v) bize şu şekilde haber verir:
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "Benden önce Allah'ın gönderdiği her peygamberin mutlaka ümmetinden havarîleri ve arkadaşları olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler emirlerini de yerine getirirlerdi. sonra, bu peygamberlerin ardından öylesi kötüler zuhûr etmişti ki, yapmadıklarını söyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Kim bu güruhla eliyle mücahede ederse mü'mindir. Kim onunla diliyle mücahede ederse o da mü'mindir. Kim de onlarla kalbiyle mücahede ederse o da mü' mindir. Bunun gerisine, artık zerre miktar iman yoktur" (Müslim, İman-80)


Konular