ADEM ALEYHİSSELAMDAN BİZ EVLATLARINA ÖĞÜTLER

İlk insan, ilk peygamber ve insanlığın atası olan ilk baba Hz. Âdem Aleyhisselâmın oğulları için Hz. Şit gibi kendi izinden gidenler olduğu gibi, şeytana uyarak çığırdan çıkanlar da vardır. Ama onun görevi doğruyu, güzeli ve gerçekleri akıl ve kalblere yerleştirmeye çalışmaktı. Hz. Âdem'in oğullarına pek çok öğütleri olmuştur. Şu öğüt sadece bir örnek mahiyetini taşımaktadır.

Hz. Âdem Aleyhisselâm, oğlu Hz. Şit'e beş nasihatte bulunmuştu. Şöyle diyordu:

Ey Şit! Oğullarına söyle:

1. Dünyaya ayrılmayacaklarmış gibi bakmasınlar. Buradan birgün göçüp gideceklerini düşünsünler.

Çünkü ben Cennette ayrılmayacağım gibi baktım da olan oldu.

2. Hanımlarının sözünü hakikatin tâ kendisi sanıp hemen kabul etmesinler. Biraz düşünüp isabet derecesini incelesinler.

Çünkü ben hanımımın sözünü düşünmeden kabul ettiğim için yasak ağacın meyvesinden yedim, sonunda da uzun bir pişmanlığa maruz kaldım.

3. Yapacakları işin sonunu düşünsünler.

Eğer ben yasak ağacın meyvesinden yerken bu işin sonunu düşünseydim başıma bunlar gelmeyecekti.

4. Bir işe başlarken içinde o işe ait bir endişe ve isteksizlik olursa, tekrar bir daha düşünüp yeniden tetkik etsinler.

Şayet ben yasak ağaçtan yiyeceğim sırada içimdeki endişe ve isteksizlik üzerinde durup kararımı yeniden gözden geçirseydim, sonunda bu pişmanlığa düşmeyecek, o hatayı işlemeyecektim.

5. Doğruluk ve isabet derecesini kesin olarak bilemedikleri işlerde de istişare etsinler. Dürüstlüğüne inandıkları kimselerle yaptıkları istişare neticesindeki karara göre hareket etsinler.

Eğer ben meleklerle istişare edip işimin sonunu onlarla müzakereden sonra karara bağlasaydım, başıma gelenlere müstahak olmayacak, musibetlere maruz kalmayacaktım.


4 yorum

Sevgili İmdat Bey

İmdat bey bu yazının kaynağı nedir?İlk defa duyuyorum.Eğer mesnevi ise mesnevi ne zaman islamın kaynağı oldu?Mesnevide daha bir yığın hurafe dolu.Bir de şu ilk günah mevzusu yani şeytanın önce HZ HAVVA'yı kandırdığı hurafesi de nereden çıktı?İsrailiyat ne zaman İslamın kaynağı oldu?
"2. Hanımlarının sözünü hakikatin tâ kendisi sanıp hemen kabul etmesinler. Biraz düşünüp isabet derecesini incelesinler."
böyle bir öğüt yer alıyor.(ki bu öğütler de doğru ise,islamda yer alıyor ise)
Halbu ki Kuran da bu hadise şöyle yer alır:
"Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: "Ey ADEM! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?"
TÂ HÂ SÛRESİ
(120)

"Bunun üzerine onlar (Adem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. ADEM Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.
TÂ HÂ SÛRESİ
(121)

Allah a emanet olunuz.

================================================================
Neredesin..!

Ey İsmail'in boğazındaki merhamet..!

Üzerimizdeki bu acıyı kaldır..!

Ya ebabilleri gönder, ya bizi de oraya aldır..!

22.06.2007 - nisyan

dualar neden kabul olmaz

düzenli şekilde yorum lütfen

25.12.2006 - obecer

Bediüzzaman Hz.lerine göre "dua"

Bediüzzaman Hz.leri, "dua" meselesini tam isabetle şöyle anlatıyor:

...

İman, duayı bir vesile-i kat'iye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi, Cenâb-ı Hak dahi, "Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?(Furkan Sûresi, 25:77.)" meâlinde, ferman ediyor. Hem

"Bana dua edin, size cevap vereyim." (Mü'min Sûresi, 40:60.) emrediyor.

Eğer desen: Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki âyet umumîdir; 'Her duaya cevap var' ifade ediyor."


Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.

Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: "Ya hekim, bana bak."

Hekim "Lebbeyk," der. "Ne istersin?" Cevap verir.

Çocuk "Şu ilâcı ver bana" der.

Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.

İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak, hazır, nazır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevâperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla, ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.

Hem dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil.

Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa, o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz.

Nasıl ki, güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ayın tutulmaları, "küsuf ve husuf namazları" denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi müneccim hesabıyla muayyen olan ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.

Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def olunmazsa, denilmeyecek ki, "Dua kabul olmadı." Belki denilecek ki, "Duanın vakti kaza olmadı." Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur.

Demek, dua bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli.

Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyanıyla sabit olan budur ki: Bütün mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duadır:

Ya istidat lisanıyladır-bütün nebâtat ve hayvânâtın duaları gibi ki, herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.

Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır-bütün zîhayatların, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metâlibi istiyorlar.

Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki, muztar kalan herbir zîruh, kat'î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.

Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür.

Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir.

Meselâ, esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hal ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-yı fiilî, Cevâd-ı Mutlakın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.

İkinci kısım, lisanla, kalble dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder.

İşte, ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış, âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını kendi duan içine al, bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi "Ancak Senden yardım dileriz." (Fâtiha Sûresi, 1:5.) de, kâinatın güzel bir takvimi ol.

25.12.2006 - arif

Dualarımız niye kabul olmuyor?

Dualarımız niye kabul olmuyor?

İbrahim b. Edhem Basra çarşısında gezerken şöyle bir soruya muhatap olur: “Ey Ebû İshak! Allah, Kur’an da ‘Bana dua edin, dualarınızı kabul edeyim’ buyuruyor. Biz dua ediyoruz, ama Allah duamıza karşılık vermiyor.” Bunun üzerine İbrahim b. Edhem şöyle der:

“Çünkü on şey kalplerinizi öldürmüş:

1. Allah’ı biliyorsunuz; ama O’nun, sizin üzerinizde olan hakkını eda etmiyorsunuz.

2. Kur’an’ı okuyorsunuz; ama içindeki hakikatlerle amel etmiyorsunuz.

3. Allah Rasûlünü sevdiğinizi iddia ediyorsunuz; ama O’nun sünnetiyle amel etmiyorsunuz.

4. Şeytanın, düşmanınız olduğunu iddia ediyorsunuz, sonra da onu sevindirecek işler yapıyorsunuz.

5. Cennete müştâk olduğunuzu, ona olan hasretinizi ifade ediyorsunuz; ama oraya girmek için çalışmıyorsunuz.

6. Cehennemden korktuğunuzu söylüyorsunuz, lakin ondan kaçınmıyorsunuz.

7. Ölümün hak olduğunu söylüyor; fakat onun için hazırlık yapmıyorsunuz.

8. İnsanların ayıplarıyla uğraşıp kendi ayıplarınızı unutuyorsunuz.

9. Allah’ın nimetlerini yiyor; fakat şükrünü eda etmiyorsunuz.

10. Ölülerinizi defnediyorsunuz; fakat ibret almıyorsunuz.

Bu şartlarda dualarınız nasıl kabûl edilsin ki!..”


SELAM VE MUHABBETLE KALINIZ.

Nusret KARDELEN

HER ŞEY MAVİSİNİ YİTİRMİŞ BİR HAYATIN YENİDEN İNŞAASI İÇİN

25.12.2006 - Nusret KARDELEN

Konular