Sanat Anlayışımız ve Fuhuş Sektörü!


İnsani duygu ve düşüncelerin, estetik biçimde ve ruhu besleyecek tarzda dışa vurulması demek olan sanat, bir diğer ifadeyle hoşa giden bağıntılar yaratma ve çabası ve işi, bugün daha çok insani olmayan duyguların, hayvani çıplaklığın, hayvani yırtınmaların ve hayvani tepinmelerin en adi şekliyle icra edilmesi olarak görülmekte. İlkel cahiliyye çıplaklık ve fuhşunu modernize ederek taklit edebildiği oranda kişi, büyük sanatçı olabilmekte. Herhangi bir özeliğinin, farklılığının, yeteneğinin olmasına gerek yok; eğer 90 – 60 – 90 ölçülerine uyuyorsa bir genç kızın (!) orasını burasını cömertçe göstermesi, cıvıkça, laşkaca kahkahalar atması, dilimizin varmadığı buna benzer bir kaç hareket yapması yetiyor yıldız, güneş, kraliçe, sanatçı vb. olmasına. Medyanın desteğini de aldımı arkasına tüm yolları artık açıktır ve işi de tamamdır madde endeksli dünya da ondan sonra vur patlasın çal oynasın..

Allah biraz ses, biraz fizik, ucundan samimiyetsiz sadakat vermişse yeter. Kültür, eğitim, nota vb. müzik ve sanat için gerekli tüm şeyleri ne oranda bilmiyorsa o kadar kolay, ses sanatçısı olur aday. Çünkü o oranda kullanılabilecek, eğlence dünyasının sömürü çarklarının önemli dişlisi haline gelecektir. Ahlâk mı? Güldürmeyin beni (daha doğrusu, ağlatmayın beni). "Ahlâk", demokrasi darağacında özgürlük denilen cellat tarafından modern yaşam kanunlarına muhalefet suçundan idam edileli hayli zaman oluyor Batıda ve onun kör taklitçisi Türkiye Cumhuriyeti’nde.

Bale ve dans gibi gösteriler ne kadar bayağı, erotik özellikler taşıyorsa o kadar makbul o kadar can alıcıdır. Çılgınlıklar, taşkınlıklar, özgürlük maskesi takmış, sınır ve ayıp tanımıyor. Diğer sanat dalları bu küflenmişlikten elbette kısmetini alıyor. Öyle ya, hangi asırda yaşıyoruz gardaşım? Modern dünya, çağdaşlık, özgürlük, tabuları yıkma bu modern cahiliyyenin nassları ile meşgul insan…

Allah'a kul olabilme ve her an ibadet/kulluk yapabilme bilinç ve düşüncesinden uzaklaştırılan günümüz Tv insanı, çok tanrılı dinlerin kucağına düşmüş, bir sürü sahte ilâhların yanında hevasını da tanrı kabul ederek hevâî isteklerin dışına çıkamaz bir duruma gelmiş ne yazık ki. Müstekbir güçler, tağuti düzenler insanları kolay sömürebilmek ve rahat güdebilmek için kafası kıyak-sanattan yararlanıyorlar. Daha açıkçası, sanatı uyuşturucu fonksiyona indirgiyorlar. Her tarafı kuşatan dejenerasyon sanatta da kendini gösteriyor hemde de en lanet haliyle…
Herkesin bildiği bir örnek vereyim. Yaşadığımız topraklarda spor denilince akla hemen hemen herkesin “futbol” gelir. Spor sadece futbol demektir. Hem de kumara, israfa, kavgalara, ilahlaştırılan futbolculara, "en büyük", yani "ekber" kabul edilen takımlara, yani tüm çirkinliklere batmış şekliyle futbol. Aynen bunun gibi, sanatçı denilince, iki tip akla gelir: Şarkıcı veya artist. Sanat denilince de bunların cıvıklıkları…

4-5 sahabinin adını sayamayan, ismini dahi telefuz edemeyen gençler, Michael Jackson'ın ayakkabı numarasını biliyor, Britney’in video kliplerini ezbere sayabiliyor saydığı da yetmiyor gibi kare kare görüntüleri tasvir edip şöyle kıvırdı böyle çevirdi diyor. Popstar yarışmasına katılanların yedi sülalesini tanıyor o programlarda boy gösteren herkesin hayat hikayesini hayatın sahibinden daha kavi biliyor. Bir-iki TV. dizisinde veya filmde rol alan aşüfteleri ise göklere çıkartıp indirecek yer bulamayınca gönlünde "yıldız"laştırıyor da yıldızlaştırıyor... Bu yıldızlara aktrist de değil, artist deniyor. "Art" batı dillerinde "sanat" demektir; artist de sanatçı. Türkçe'de başka hiçbir sanat dalıyla uğraşana artist denmez, sadece filmlerde boy gösterenlere denir. Filmde rol yapmanın dışında başka sanat kabul edilmediğinin çok kesin göstergesidir bu.













Şaire, edebiyatçıya, mimara, hattata, tezhipçiye, ebrucuya, çini işleyen ressama... sanatçı diyen yoktur artık. Sadece şarkıcı ve artist bu payeyi alır. Yalnız, burada biraz durup aklı selim düşünmek gerekiyor. "Sanatçı" damgası bunlar için güzel bir yanlış sıfat olmalı. "Sanatçı" ile "sanatkar" arasında büyük fark var gibi geliyor bana. Sanatkar, TDK ya bakılırsa sanatçı demektir ama, kullanılışta hiç de aynı değil yani. "Sanatkar"ın toplumun yanında bir ağırlığı, bir saygınlığı vardır. Ciddi bir sanat dalında veya ustalık isteyen bir meslekte (zanaatta) mahir birine "sanatkar" denilir de "sanatçı" denmez. Ama fahişe rollerini çok iyi beceren, iki şarkı ezberleyip hoplayıp zıplayan veya şurasını burasını gösterme sanatını(!) icra eden, bunların dışında hiçbir marifeti olmayan orta mallarına "sanatkar" dendiğini duydunuz, gördünüz mü? Onlara olsa olsa "sanatçı" denilmekte. Sanatçı! Domatesçi, patatesçi, patlıcancı dediğimizde, nasıl onları satan zerzevatçı aklımıza geliyorsa, aynen onun gibi, sanat adına köşeyi dönen, yani sanat alıp satan veya sanat adına alınıp satılan tüccar veya kölelere sanatçı deniyor..
Bugünümüzde halk yığınlarına mal olmuş şekliyle sanatçı diye ya şarkıcıya denir, ya artiste. Sanat da ya sinemadır, ya müzik. Bunların her ikisinin sanat olabilmesi için sadece tek şart vardır. O da cinselliğin, seksin alabildiğine konu içinde en geniş şekliyle anlatılmasına. Yoksa, ipi iğnenin deliğinden 5 km öteden atarak geçirse, ağzıyla kuş tutsa bir kişi asla sanatçı payesini alamaz. Sanat, mânâ ve hakikat aleminin penceresi değildir artık, kasap vitrinidir. İnsan sadece maddedir, tendir. Manevî kimlik çoktan unutulduğundan, sanat, teşhir ve şov demektir. Müzik sadece sesle söylenen, çalgı aletleriyle çalınan ezgiler değildir; eşek dansı ve hayvansal çıplaklık olmadan müzik düşünülemez hale gelmiştir. Yedinci sanat kabul edilen sinema da beyaz değil, kara perdedir; ahlaksızlığın, çirkefliğin aksettiği perde. Televizyon da, gazino ve sinemanın evin en mahrem yerinde oturması işi bitirmiştir.


"Kalamarlı aziz Mustafa imam olmuş deyin, onlar anlar vatanın halini!" ... türünden yukarıdaki manzarayı düşünün. Sanatın(!) ne olduğunu arifler anlar; daha doğrusu, ne hale geldiğini sanatın ve memleketin. Bu ortam, bu anlayış içinde sanat, emperyalizmin kötü emellerinin aletinden başka bir şey değildir artık. Emperyalizm sanatı istismar, insanı da istihmar etmek (eşekleştirmek) için devreye girmiştir.

Modern Firavunlar, propaganda ve eğitim kurumlarıyla insanları gerçek dinden silerek ahiretlerini ziru zeber ettiği gibi, oyun ve eğlence şirketlerinden oluşan emniyet sübapları aracılığıyla dünyalarını da mahvetmektedirler. Koyun sürüsü haline getirilen milyonlarca insan, kendilerine en büyük zulümleri reva gören müstekbirleri bu şekilde ayakta alkışlayabilmektedirler. İspanya'nın meşhur diktatörü General Franco şöyle diyordu: "Futbol, seks ve piyango olmasaydı, ben kırk yıl bu halkı nasıl istediğim gibi yönetebilirdim?" Bu taktik, sadece Franco'nun değil ki; her asırdaki ve her ülkedeki tağutların ortak hareketidir. Halkın ayaklanmasına giden yolu tıkamak için milât öncesi Yunan idareleri zamanında bile halkı lüzumsuz oyunlar, spor yarışları ve çılgın eğlencelerle uyutma ve uyuşturma politikaları güdülmüştür. Futbolla birlikte günümüzdeki sanat da modern tağutların can yeleği. Sanat emperyalist güçlerin elinde bir hidrojen bombası, bir kitle imha silahıdır. Artık bilek gücüyle, kılıç savurmayla, sancak dikmeyle, surlarda ölmeyle yapılan savaşlar bitti. Sanat denilen silahlarla dolaylı olarak psikolojik alanda yapılmaktadır savaşlar… İnsanlar dünyada dönen zulüm çarklarının farkına varmasın diye müzik ve sinema ile iğdiş edilmekte, uyutulmakta ve uyuşturulmaktadır. Vatandaşın ruhunu kenevir hazmetmiş Hint horozuna çeviren bir büyücü sopası olan sanat, aynı zamanda büyük bir propaganda silahı…

Medya, fuhuş sektörü, düzen ve egemen güçlerden oluşan emperyalist güç, sanatçı(!)yı dilediği gibi kullanıyor. Sanatçı da birazcık onları. Ya da, kullanılan sanatçı, kullandığını sanıyor. Sanatçı, emperyalist sektörün oyuncağından başka bir şey değildir; yığınlar da oyuncaktan zevk alan, ipleri fark edemeyen 5 yaşındaki çocuk akıllılar zümresi...

İçki ve esrar cinsinden uyuşturucuların haram kılınmasının hikmetleri; aklı gidermesi, insanı uyuşturması, düşünceden ve iyi şeylerden alıkoyması ve bağımlılık yapmasıdır. Bu sayılan özelliklerin tümü, günümüzdeki sanatta ve en çok da müzikte bulunmaktadır. Müzik kafalı müzikomaniler, daha da ileride müzikomanyaklar, yeni türeyen varlıklardır. Yarınlarımız da bu türedilere emanet. İzinden gittikleri Ata'larının emirlerini daha çağdaş hale getirip uygulama içindedirler: Ey Türk gençliği! Birinci vazifen müzik dinlemek, maça gitmek, TV. seyretmek, chat yapmak ve atari oynamak; böylece boş vermiş gençlik olmaktır. Her türlü rezalet için muhtaç olunan araç Yeni Dünya Düzeni ve T.C. düzeni ve bu düzenin içende bulunan halk tarafından ortaklaşa karşılanacaktır. Her aradığın, medyada, basında istemediğin kadar mevcuttur...

Uluslar arası emperyalizm, Türkiye'ye sık sık övgüler, birincilikler, madalyalar dağıtır. Hangi konuda mı? Sanat konusunda. Durun, hemen sevinmeyin, sanatımız Avrupa'da bile takdir ediliyor diye. Daha çok cinselliği, dini karalamayı, ahlaksızlığı ön plana çıkaran o biçim sanatlardadır bu ödüllendirilenler. Festivallerde başarılı olan filmlerin hemen hepsi o biçimdir ya da insanımızı karalayan, inancına düşmanlık edilen cinstendir. Güzellik(!) yarışmalarında ön sıralarda yarışmalı Türk kızları ki, Batı uygarlığına yaklaşılsın! Folklorda (halk danslarında), Eurovision yarışmasında birincilikler verilir, halk bunlara daha fazla önem versin diye.

Emperyalistler sadece ruhu sömürmezler; onların dini-imanı para olduğuna göre, sanat, ayaklarıyla insanın parasına da sülük gibi yapışacaklardır. İlmi bir kitap 70 milyonluk ülkede bin beş yüz basıp satamazken, bir arabesk müzik kaseti iki milyon, üç milyon satabiliyorsa, gerisini varın siz düşünün; hem maddi yönünü, hem manevi yönünü. Bir kaset kaç liradır; yüzlerce sanatçı(!)nın binlerce kasetinin tüketimini hesaplayın. Milyonlarca lira vererek aldığı biletle bir gece önce stadyum kapılarında sıraya giren on binlerce gençliğin rock starını dinlemek için manevi fedakarlıklar yanında, maddi kayıplarını toplamaya çalışın. Bunun hemen göze çarpmayan yönleri de var. Aylardır insanlar, her türlü çözüm bekleyen sorunlarını bir kenara bırakmış, bayağı mı bayağı, pespâye mi pespâye "Popstar, topstar bilmem ne star Yarışması"nın dedikodularıyla meşgul. Uydurma ses ve güzellik yarışmalarıyla kandırılıp dolandırılanlar, hayranı olduğu şahıs gibi sanatçı, artist olmak için evden kaçıp kötü yola düşenler, hayranı olduğu sanatçının giydiğini giymek için varını yoğunu verenler, hem parasından, hem başka şeylerinden olanlar...

Kapitalist düzenlerde her şey menfaat ve kâr amacına yöneliktir. Çok lüzumsuz şeyler bile ihtiyaç zannettirilerek tüketimini sağlamak için insanlar zayıf yanlarından yakalanacaktır. Göz ve kulak, hakkı görüp işitmeyeli, iyice zayıflamış; kalp ibadetlerle gıdalanmadığından kendine tuzak kuran avcıları hissedemez olmuştur. Emperyalistlere kolay yem olmak için, insanların, gerçek dinden uzaklaşmaları gerekir. Bu iş, sanat ve düzen işbirliğiyle sağlanarak altyapı oluşturulmuştur çoktan. Cinsel duygular sömürülerek, sanat ve güzellik anlayışı daha da bayağılaştırılarak bir sektör geliştirilir: Fuhuş sektörü. Fuhuş sektörü deyince sadece genelev patronunun kaç yıldır vergi rekortmeni olması aklınıza gelmesin. O buz dağının sadece görünen küçük parçasıdır. Müziğin, eğlencenin, sinemanın, gece hayatının, TV. programlarının, makyaj ve her türlü güzellik malzemelerinin, modanın, daha sayılabilecek buna benzer şeylerin oluşturduğu büyük bir sektördür bu.

Büyük şehirlerin caddelerinde küçük bir gezinti yaparsanız, dükkanların en az yarısının cinsellik ve fuhuş sektörüne (pardon, sanata) hizmet ettiklerini görecek, gariban halkın paralarının hangi yollarla nereye aktığını anlayacaksınız. Modayı düşünün. Özgür olduğunu zanneden insanlar, neyi giyeceğine bile kendileri karar veremiyor. Onları kimler kukla gibi kullanıyor?! Paris'teki modacının isteği dışına çık bakalım kolaysa. Tabii, moda sık sık değişecek, birkaç defa giyilen tuvalet, artık tuvalete giderken bile giyilemez olacak, yerine bir başka giysi gelecek. Paralar da sektöre akacak. Mankenler ve sanatçılar bu sektörün başrol oyuncuları; modacılar, kumaş satıcıları, dokuma sanayicileri ve terziler de oyuncu kadrosu.

Sanat maskesi takan fuhuş sektörü (fuhuş, Kur'ani kavram olarak her türlü aşırılığı, özellikle günah yoluyla aşırılıkları ifade eder), sadece inançsızlığın, ahlâksızlığın değil; aynı zamanda enflasyonun da en önemli sebebidir. Sanat da arz-talep işidir. Sanat ticari bir metadır. Halkı çağdaş uygarlığa çıkarmak hedefiyle fuhuş sektörünün kurbanı yapan düzenin kendisi de, bu sektör için aklınızın almayacağı bütçeler ayırmaktadır...

Devlet kontrolünde ilk "umumhane" veya "genelev" denilen ücret karşılığında fuhuş yapılan yerler, batıya dönme ile birlikte İstanbul'un Galata semtinde Karaköy'de açılmış, sonra giderek Anadolu'nun hemen her şehrine yayılmıştır. İlk açılan resmi (devlet kontrol ve izniyle) fuhuş yerlerinin I. Dünya Savaşı esnasında olduğu, Osmanlıların fiilen kendileriyle savaştığı ülkelerden ve özellikle Rusya'dan çok sayıda fahişenin bu evlerde Türk gençlerine hizmeti, üzerinde düşünülmesi gereken hususlardan biridir. Müslümanlarla esas savaşın inanç ve ahlaki esaslarda Kur'an'ın yasakladıkları şeyleri yayarak yapılacağını bilen düşmanlar, savaş cephelerinde yardım adı altında şimdilerin AIDS'i kadar yıpratıcı ve öldürücü olan frengili kadınları hemşire kılıfıyla cephelere sürmüşler, onlar da Türk askerlerine hizmet(!) sunarak, ordunun büyük ölçüde belsoğukluğu da denilen frengi hastalığına yakalanıp telef olmasına sebep olmuşlardır. Ayrıca zina yapan askerlerin Allah için savaş yapacak dinamikleri ne ölçüde yitireceğini hesap eden düşmanlar, insani yardım maskesi altında ordunun gücünü büyük ölçüde fuhuşla kırmayı başarmışlardır. Eş zamanlı olarak çok sayıda fahişeyi başta İstanbul olmak üzere Osmanlı şehirlerine ihraç eden kâfirler kaleyi içten çökertmenin yolunu bulmuşlar, top ve tüfekle yapamadıklarını fahişeler eliyle daha kolay yoldan halletmişlerdir. Osmanlı Devletinin can çekiştiği ve savaş cephelerinden başka işlere vakit ayıramadığı kargaşa ortamından yararlanan ve halkın asayiş ve inanç yönüyle yaşadığı kargaşadan yararlanmışlar, iman ve takvaya dayanan arka planı giderek güçsüzleşen örf ve ahlaki anlayışın Batılılaşma istek ve anlayışına güç yetiremediği bir ortamda fuhuş silahının tahribi en çok hasar veren truva atı olmuştur.

Göğsüne indirdiği sert yumruklarla "ben de müslümanım el-hamdü lillâh" diyen nice erkeğin evlenmeden ilk deneyimlerini pis fâhişelerin yanında tatmaları, hatta nicelerinin evlendikten sonra da bu çirkin işe devam etmeleri, müslümanlıkla nasıl bağdaşacaktır? Kendi hanım ya da kızları bu işi yapmış olsa hiç çekinmeden silâha sarılıp yıllarca hapis yatmayı seve seve kabul eden nâmuslu(!) erkeklerin aynı işi hiç sıkılmadan yapmaları, hangi nâmus anlayışıyla izah edilebilir? Türkiye'de kaç erkek, gerçekten bekar olarak evlendikleri belki hiçbir anketle tespit edilmemiştir, ama oran her halde müslümanlara yakışacak kadar az değildir. Kaç kız babası, kendi kızının nâmusu kadar damadının da namuslu olup olmadığını araştırıyor? Nûr Sûresi, 3 ve 26. ayetlerin yasakladığı bir nikaha kapı açanların sayısı ne kadardır? Yani erkeğin ve babasının aradığı kızın bakireliği kadar erkeğin "bakir(e)liği" önemseniyor? İslam, her konuda adaletli bir dindir, cinslerden birine haksızlık yapacak şekilde ayrım yapmaz. Zina suçu ve cezası için kadınlara nasıl bakıyorsa, erkeğe de her yönden aynı şekilde bakar. Her ikisinin de yaptığı ahlaksızlığa fahişelik der. Evet, bayan gibi bu çirkin işi yapan her erkek de fahişedir, namussuzdur.

Homoseksüellik ve her çeşit fuhşun sebep olduğu AIDS gibi korkunç hastalıklar bile, İslam'a inanıp teslim olmuş kimselerin dışındakilere caydırıcı olamıyor. Ahiretteki cehennemi önemsemeyen akılsız kimsenin, ölümcül hastalıklara atılması da sürpriz ve anormal sayılmamalı. İslami devlet ve toplum anlayışının önemi bu konuda da kendini gösteriyor. Din düşmanı düzen ve cahiliyye toplumuna dönüşmüş sosyal çevre, devamlı fuhuş üretiyor. Fuhuş, sektör olmuş, “bacasız sanayi” ve “dünyanın ilk mesleği” gibi yanlış ifadelerle reklamı yapılan bu dal, helal-haram kelimelerine lügatında yer ayırmayan Kapitalizmde pis de olsa çok para getiriyor. Fakir halkın da bu sektöre bilinçli-bilinçsiz varını yoğunu akıttığını, kirli de olsa çok parayı, temiz olan helala tercih eden kapitalistlerin fuhşu nasıl sömürüleri için bir araç olarak gördüğünü tespit için caddelere çıkıp göz atmak yeterli olacaktır.

Balık baştan kokmakta, düzen, resmî kurumlar, kapitalistleşmiş çevre sivrisinek üretmektedir. Bataklık kurutulmadan fahişe sivrisineklerle mücadele sonuç getirmeyecektir. Tevhidi iman hakim kılınmadan ahlakî öğütler, delik kaba su doldurmaya çalışmak demektir. Fuhşa bulaşmış insanların zührevi hastalıklar yanında ruhi hastalıklar, psikolojik anormallikler içine düşüp her konuda sapıklaştıkları ve çevrelerini de her yönden rahatsız ettiklerini gözönünde tutmak gerekir. "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" diyen Rasulullah, hayasız kişinin manevi yönden ölüme terkedilen kişi gibi olduğunu söyler. Doktorun ölümü beklenen hastaya: "Ne istersen ye, serbestsin!" demesi gibi der. Dolayısıyla iffetin kaybolması kişinin toplum içinde şeref ve itibarını kaybetmesine, bu yüzden de başka ahlaki kusurları yapabilecek hale gelmesine yol açar. Fuhuş, sevgisiz olarak vücudunu satmak olduğundan insani özelliğin her yönünü tahrip eder. İnsanın et ve deriden ibaret olan bir varlık, bir eşya hükmüne konulmasıyla; kişilik şuurunu yıkan insanlık şerefine vurulan en ağır darbedir.

Giderek globalleşen ve Amerika'nın yön verdiği yeni dünya düzen(sizliğ)i içine giren, vahşi ve gayr-ı insani Batı değerlerinin dinsiz ve ahlâksız kriterlerine kurtarıcı diye sarılan günümüz dünyası, kıyâmeti, kaos ve rezilliği yaşamaktadır. Bundan büyük helâk olur mu? Dinin fert, toplum ve devlet hayatındaki etkisini büyük ölçüde ortadan kaldıran modernist hayat felsefesiyle birlikte son yüzyılda fuhşun bin bir çeşidi giderek meşrûlaşma zemini ve daha çok yayılma imkanı bulmuştur. Modern Batı'da hararetle savunulan bireycilik, saptırılmış özgürlük anlayışı ve bunların sonucu olarak gençlerin aile ilgisinden, terbiye ve himayesinden yeterince faydalanamaması, aynı dünya görüşünün bir ürünü olan lüks ve pahalı yaşamanın ev ve aile kurmayı zorlaştırması, ekonomik ve siyasi başarının en yüksek ideal kabul edilmesi ve cinselliğin bu amaç için sömürülmesi gibi sebepler yüzünden modernizmin benimsendiği toplumlarda veya kesimlerde fuhşun da yaygınlaştığı görülmektedir. Aslında bazı çevrelerde din ve ahlak gibi kurumlara karşı çıkmanın temelinde, modern zihniyet yanında uyuşturucu pazarıyla da yakın ilgisi olan fuhuş sektörünün çıkarları bulunmaktadır. Fuhşa karşı ahlak terbiyesi, güçlü aile yapısı, toplumsal kontrol gibi mekanizmaları canlı tutması yanında kesin hukuki ve sosyal önlemler de alan İslamiyet fuhuş sektörünü özellikle rahatsız etmektedir. Fuhşu günah, ayıp ve en sonunda yasak olmaktan çıkarma eğiliminde olan modern zihniyet, sözde özgürlük adına fuhuşta sadece zor kullanma ve zarar vermeyi reddetmekte, fuhşun fert ve toplum üzerindeki yıkıcı etkileri bu düşünce sahiplerini fazla ilgilendirmemektedir.















Henüz tam Batılılaşamamış Türkiye gibi ülkelerde, özellikle hala Doğulu kafasını değiştirememiş kesimde kadınların zinâsı suç ve nâmussuzluk sayılırken erkeklerinki delikanlılık ve övünç meselesi kabul edilebilmektedir. Türkiye gibi Batılılaşmaya çalışan ülkelerde resmî işlem yaptırmayan dinî nikâhlı evlilikler kanunen suç sayılır ve doğan çocukları "piç" muamelesi görülürken; bekarların kendi isteğiyle zinasını suç sayan bir kanun yoktur. Evli kimselerin metres hayatları, sevgililik ve arkadaşlıkları, "ay boşandık, ama yine birlikteyiz, bilseniz ne kadar mutluyuz!" tavırları fazilet gibi sunulmaktadır. Evli-bekar herkes için genelevler veya randevu evleri devletin koruması altındadır. Kadınlara hak ve özgürlük, kadın-erkek eşitliği gibi parlak sloganlar arkasına gizlenen İslâm dışı dünya görüşleri, kadına fahişelik sıfatını kendi istediği zaman ve istediği kişilere kullandığı halde, erkeğe benzer bir suçlama yapmaz. Bu ülkede de fuhuş ve zinâ konusunda hem halk anlayışı ve hem resmî kanunlar açısından kadınla erkek arasında çok büyük farklar vardır. İslâm erkekle kadının tüm hayır ve ibâdetlerine eşit sevaplar vaad ederken, kadın olsun erkek olsun, aynı suça aynı dünyevî ve uhrevî cezâyı öngörmekte ve bu gibi konularda tümüyle eşitliği uygulamaktadır. Kadın haklarına yeterli önemi vermediğini iddiâ ederek kasıtlı şekilde İslâm'a çamur atan Batı zihniyeti, kadını seks kölesi haline getirmek için her yolu mubah gören tavırlar sergilemekte, kadını, kadın özgürlüğü ve kadın hakları kavramını istismar ederek bu cinse en büyük zulümleri revâ görmektedir.
Batı, seks hürriyeti, bir başka ifadeyle cinsel özgürlük ile ortaya çıkan ciddi anormalliklere çözüm bulamamanın ıstırabını yaşıyor. Aile hayatı, Batıda tarihe karışmak üzere, Erkekler ve kızlar, evlilik sorumluluğu ve görevlerinin altına girmektense, evlilik dışı beraberlik ve yaşam sürdürmenin hafifliği içinde tatmin aramakta. Şehvetin doyma hissini temsil eden bir midesi olmadığı için, akla gelmedik değişiklikler ve tatmin için farklılık peşinde koşturan nefis/heva, sahibini perişan ediyor. Homoseksüel evliliklere izin veren otoriteler, kiliseler ortaya çıktı. Uyuşturucu ve fuhuş ile kriminal suçlar arasında sıcak ve yakın bir ilişki sözkonusu. Birleşmiş Milletler, AIDS’in Batı Avrupa’da yeniden yayılmaya başladığını, Doğu Avrupa ve Orta Asya’da da büyük tırmanışa geçtiğini 2004 yılında, hala duymak istemeyenlere olanca yüksek sesle haykırıyor. HIV salgınının en hızlı geliştiği yerler olan Doğu Avrupa ve Orta Asya’da, 1998’de 30.000 olan kayıtlı HIV taşıyıcısı sayısı, 2003 yılında tam bir buçuk milyona yükseldi. Sadece kendileri için değil, aileler ve sosyal çevresi için de ciddî bir tehdit oluşturan hastalık, en çok gayri meşrû ilişki, yani fuhuş yoluyla geçiyor ve kan ürünleri yoluyla mâsum insanları da tehdit edebiliyor. Bu işin tedâvisi için halk, devletler ve sigorta şirketleri olağanüstü büyük paralar ödemek zorunda kalıyor. Hastalar, âileleri ve arkadaş çevresi için uzun süren acılı günler yaşanmasına sebep oluyor. Fuhuş ve uyuşturucunun önüne geçilmediğinde modern Sodom-Gomore’ler ortaya çıkacak, bu sınır tanımayan cinsel özgürlük, toplumların feci şekilde intiharı olacaktır. Sigara ile başlayıp bira, alkollü içki, uyuşturucu ve fuhuş şeklinde gelişen ve hırsızlık, cinayet gibi her çeşit kötülüğe ortam hazırlayan bataklıktan kultulmak için İslâmî değerlerin hâkim kılınmasından, fuhşa dur diyemeyen beşerî düzenlerden kurtulmaktan başka çare yok. Bu temel çözüme kadar, en azından âilelere çok iş düşmekte, İslâmî esaslara göre kurulacak âilenin güçlendirilmesi ve okul haline dönüşmesi gerekmektedir. Allah korkusu olmayan insanın kendini, çevresini ve içinde yaşadığı toplumu helâke ve her çeşit felâkete atması özgürlük olamaz, olmamalıdır. Bu, üreterek veya başka yolla ele geçirerek sahip olduğu bombaları çevresindeki insanlara rasgele atıp bombalama özgürlüğünden daha hafif bir suç değildir. Çocuklar, âile yapısı içinde İslâmî terbiyeden geçmeli ve içinde yaşayacağı toplumun her çeşit pisliklerine direnebilecek, onlarla mücâdele edebilecek bilinç aşılanmalıdır.
Kadın cinselliğiyle uzaktan yakından hiç ilgisi olmayan sözgelimi araba tekerleğinin reklâmlarına kadın bacağını yerleştirmekten çekinmemektedir. Kadına sadece cinsel obje gözüyle bakılma sonucu doğuran yaklaşım, Batı kaynaklı her çeşit faâliyette göze çarpmaktadır. Spordan ticarete, modadan eğlenceye, iş ve eğitim hayatından tatile, basından televizyona, müzikten değişik sanat anlayışına... kadar her şeyde kadın cinselliği öne çıkartılarak kadını sömürmekten ve erkekleri tahrik ederek toplumu ifsad etmekten geri durmamaktadır. Zina ve fuhuş sektörü denilince sadece genelevler ya da soyetenin tercih ettiği lüks randevu evleri akla gelmesin. Bavul ticareti kılıfıyla iş yapan Nataşa'lar, nice oteller, turistik yerler, plajlar ve akla gelebilecek hemen her şey bu sektöre âlet edilebiliyor. Arkadaşlık ve sevgili adıyla nikâhsız birliktelikler, metres hayatı, çıkmalar, müstehcen filmler, pornografik dergiler, internet üzerinden kadın pazarlamalar, telekızlar, televole kültürü, gece klüpleri, akla gelebilecek seksle ilgili her şeyi pazarlayan sex-shoplar, zengin kadınlara hizmet veren jigolo denilen erkek fâhişeler, travestiler, transseksüeller, eşcinseller, mankenler, sanat anlayışı, uyuşturucu kullanımı gibi konular düşünüldüğünde fuhuş fitnesinin boyutu değerlendirilebilir. Bütün bunlar özgürlük adına düzen ve çevreden tavır yerine destek alırken, karşı çıkanlar suçlanabilmekte. Meşhur tâbirle itler salıverilmekte, taşlar ise bağlanmakta. Bakılıp seyredilecek yerleri okunacak yerlerinden daha çok olan boyalı basının İslâm'a, tesettüre her fırsatta saldırmasının arkasında, bu fuhuş sektörüne dayalı kirli para ve çıkarlar sözkonusudur. Kadını en büyük ticaret ve kullanım eşyası gören anlayış, kendine düşman olarak tek zinde gücün İslâm olduğunu bildiği için İslâmî olan en küçük bir faâliyete tahammül gösteremiyor. Başörtüsü düşmanlığının arkasında da bu çıkarcı zihniyetin olduğunda hiçbir şüphe yoktur.

Komünizmin prangasından kurtulunca kapitalizmin pençesine düşen eski Sovyetler Birliği halkları, 20. asrın başında olduğu gibi 21. yüzyılın başlarında da "Nataşa"larıyla Anadolu'ya çıkartma yaparak yeni bir işgali gerçekleştirdiler. Sadece kadınların çalıştığı sektör olmaktan çıkıyor fuhuş. Adına "jigolo" denilen erkekler de para karşılığı metres ve bayan müşteri buluyorlar. Demokrasilerde, bu tür çare tükenmez: Bir türlü tatmin olmayı bilmeyen azgın sapıkların sapkın arayışlarına sunulan bir başka çözüm daha sunulur; Kadın, erkek fâhişeler yanında iki cinsin arasında kalmış travestiler fuhuş sektörünün alternatifidir. Grup seks denilen çağdaş mum söndü âyinleri, çocuk yaşta fuhşa zorlanan, kandırılan, tuzağa düşürülen körpe çocuk ve gençler. Seks turizmi, fuhuş otelleri, Bodrum, Marmaris ve Antalya gibi üstsüz ve altsızların cirit attığı yerler, beyaz kadın ticareti, uyuşturucular ve daha neler neler...

Dizi filmlerde, pembe dizilerde, sinema filmlerinde cinsellik ve gayr-ı meşrû ilişkiler, ahlâksız bir hayat alabildiğine normalleştirilir ve hatta özendirilir. Bâtıl Batı zihniyeti, homoseksüellere, "gay" ve "travesti"lere verdiği hak ve özgürlüğün onda birini başörtüsüne niye vermiyor, anlamak zor değildir.

Filmlerde, halk arasında, askerler ve öğrencilerin birbirleriyle konuşmalarında, şakalaşma ve kavgalarda, hiç yeri ve suçu olmadığı halde, kişilerin anasına “or...” ve benzeri kelimeler söylemeleri, analarına ve karılarına sövmelerini, ya da kızılan bir kadına “fâhişe, kaltak, sürtük” vb. kelimeler kullanarak bu suçlamayı tereddüt etmeden yapmaları, İslâm’la bağdaşmayacak ve çok büyük cezâsı olan bir suçtur. İslâm’ın hâkim olduğu bir toplumda kadınlara uluorta böyle hakaret edilip suçlanmasına, onlara sövülmesine müsâade edilmeyeceğini belirtelim. Kadın haklarını öne çıkarttıklarını iddiâ eden ve İslâm’ı bu konuda suçlayan kimselerin kulakları çınlasın! Vatanın nâmusunu bekleyip koruduğunu iddiâ eden askerlerin, erbaş ve subayları tarafından sık sık analarına, avratlarına sövülmesi gibi olaylarda, kendi karılarının ve analarının nâmuslarını bile koruyamadıklarının nasıl bir tezat teşkil ettiğinin düşünülmesi gerektiğini ifade edelim. Ayrıca, nâmus cinâyetlerinin, töre cinâyetlerinin câhiliyye toplumunun özelliği olduğunu, dinimizin nâmus problemlerine karşı kadının yakınlarının uluorta bu pisliği kanla temizlemek(!) istemelerini kesinlikle onaylamadığını belirtelim.

Vahye dayalı gerçek ilimden uzaklaştırılmış, tefekkür nedir bilmez hale getirilmiş, Kur’an’ı okuyup anlamayı ve ona göre yaşamayı tek çıkar yol olarak düşünemeyen, imanı çalınarak ibâdet zevkinden mahrum bırakılmış, kısacağı çağdaşlaştırılmış insanın şu veya bu oranda cinselliğinin ya da cinsî isteğinin istismârına yönelik kapitalist tuzaklara kapılmaması imkânsız gibi bir şeydir. Bunlara ahlâkî nasihatlerin pek bir fayda vereceği düşünülmemelidir. İman olmadan ahlâkın da olmayacağını, gerçek ahlâkın Kur’an’ı yaşamak olduğunu bu çevre ve düzen kurbanlarına anlatmak, inandırmak, benimsetmekten başka çıkar yol gözükmüyor. Tevhidî anlamda gerçek bir iman olmadan insanın ahlâklı, nâmuslu ve şerefli olması da mümkün değildir. Çünkü izzet; ancak Allah’ın, Rasûlünün ve mü’minlerindir (63/Münâfıkun, 8). Seks manyağı haline gelmiş erkeklerden çok, onların hanımları ve çocukları acınacak durumdadır. Nice aile var ki, içinde kıyâmetler kopuyor. Zinâ yapan, fuhuş evlerine giden, turistik beldelerde bitli turistlerle yatanların yarısından çok fazlasının evli insanlar olduğu belirtilir. Tertemiz değilse bile en azından kocası gibi fâhişe olmayan, az-çok nâmuslu ev kadınları, uykusuz gecelerde kocalarının yolunu beklerken, kocaları kim bilir kimlerin yanında neler arıyor? Böyle ailelerin çocukları da potansiyel suçlu ve ahlaksız adayı olarak yetişiyor. Kim, bu seks manyağına dönüşmüş, zinakar sarhoş adamların evli ama dul karılarına ve babalı ama yetim çocuklarına el uzatacak? İslâm’a düşman Batı hayatının hiçbir suçu olmasa bu suçlar yeter de artar. İslâm Devleti ve İslami değişim ve dönüşüm olmadan bu bataklık kurutulamaz. İslâmî iman ve yalnız Rabbe kulluk olmadan insanın dünyada da ahirette de durumu hüsrandır. Kurtuluş, Allah’ın dininde, O’nun Kitabına uygun hayatta, Allah’ın indirdiklerinin tatbik edilmesindedir.
Her çeşit aşırılık ve azgınlık, fahşa ve fuhuş insanı Allah'a ibadetten alıkoyduğu gibi; namaz da insanı her çeşit kötülükten, fahşa ve fuhuştan alıkoyar (29/Ankebût, 45). Biri varsa, ötekine yer yoktur. Ya Allah'a kulluk, ya hevaya kulluk.
Müslümanın kaybedeceği zamanı yoktur. Kendisini dünya ve âhirette kurtaracak inanç ve ilme sahip olmalı ve sâlih amellerle takvâsını arttırıp bildiklerini gerek sözle gerekse örnek davranışlarıyla çevresine tebliğ etmelidir. Zinânın cezâsının ne olduğu, yani recmin cezâ olarak kabul edilip edilmemesi konusunda gereksiz tartışmalar müslümanlara bugün için pratik hiçbir fayda sağlamaz. Bu teorik tartışma, iki yönüyle uygulama dışı olduğundan gereksiz ve hatta zararlı kabul edilebilir. Birincisi, zinâ suçuna cezâ verebilmek için bir kadın ya da erkeğin kendi özgür iradesiyle yetkili makamlar önünde zinâ suçunu itiraf etmesinin dışında, en az dört kişi tarafından bilfiil çok net olarak bu çirkin işin en mahrem şekilde görülmesi ve ağız birliğiyle dört kişinin şikâyeti ve sonuna kadar ısrarı gerekmektedir. Bu, günümüzde genelevlerden çıkanlar açısından bile uygulanamayacak bir durumdur. Hele İslâmî kanun, kural ya da ahlâkın az-çok önemsendiği bir ülke ve ortamda yüz senede bir belki ancak uygulanabilecek bir cezâ olmasıdır. Yani, ister yüz değnek, ister taşla öldürme olsun, zinâ ve fuhuş gibi bireyleri ve toplumu çok yönden tahrip eden çirkin bir eyleme uygun görülen cezânın psikolojik olarak caydırıcı bir cezâ olması, pratik olarak uygulanmaktan daha çok, teorik olarak caydırıcı bir cezâ olarak sunulmasıdır. İkincisi; Bu cezânın verilmesi için Allah'ın indirdiği bütün hükümlerle hükmeden İslâm Devletinin varlığı gerekmektedir. Zinaya giden yolların tıkanmadığı, tersine cazip kılındığı gayr-ı İslami düzenlerde zina suçu, birinci maddedeki zorluk tümüyle aşılsa bile İslam'ın öngördüğü ceza verilmeyecektir. İslam, günümüzdeki düzen ve ortam kurbanı zavallılara ceza ile yaklaşıp onları ürkütüp soğutan bir din değildir. Onları her türlü cahiliyye çirkefliğinden kurtarmak isteyen, şirk dahil, her çeşit pislik ve günahtan pişmanlık duyanları affedip kurtamaya hazır merhamet dinidir. Yoksa, kimilerinin zannettiği gibi, tedric gibi süreci öngörmeden, gelir gelmez insanlara ceza veren, sözgelimi kerhanelerin önüne idam mangaları yerleştiren bir din değildir İslam. Hazırlayacağı inanç, kültür ve ahlak altyapısı, ekonomik destek, evliliği kolaylaştırma, zinaya yaklaştıran her türlü şehevi ortamları yok edip insanı fıtrat çizgisine yerleştirme gibi tedbirler almadan İslâm, kimseye ceza vermez, verilmesini onaylamaz. Fahişeler ve seks manyağı haline gelmiş gençler dahil, günümüzün insanı kızılmaktan çok acınmaya lâyık zavallı düzen kurbanlarıdır. Onlara da İslâm'ın güzelliği ulaştırılabilse bu çirkinlikler kendiliğinden uzaklaşacaktır.

Ne mutlu, dilini ve belini koruyan, ağzına gireni ve ağzından çıkanı İslami ölçülere göre tanzim edip namusunu muhafaza eden edepli gençlere! Gözünde haram bakışların isi olmayan erkeklere ve yüzünde haram bakışların lekesi olmayan kızlarımıza selam olsun!

Yusa Irmak

Kaynaklar

Halit Erboğa, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 198-199
Nebi Bozkurt, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. s. 209-214
Dursun Ali Türkmen, Ali Ünal, Şamil İslâm Ans. c. 2, s. 138-139
Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, s. 174-177
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları, s. 131-135
Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 477-480
Ahmet Yaşar, İslâm Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, s. 64-67; Mevdûdi, Tefhîm, III/414
Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ans. c. 5, s. 235-238
Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 6, s. 304-315
A.g.e., c. 17, s. 486-508
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılâb Y. s. 268-270
Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 327
Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 22-23
Mefâil Hızlı, Şamil İslâm Ans. c. 4, s. 24
Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ans. c. 2, s. 197-198
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 700-704
Hayreddin Karaman, Günlük Hayâtımızda Helâller Haramlar
A.g.e., s. 189-192
M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, s. 316-320
A.g.e., s. 264-266
Abdülhalim Ebû Şakka, Tahrîru'l-Mer'e, Kadın ve Aile Ansiklopedisi, Denge Y. c. 1, s. 327-346


Konular