İSLAM DİNİ TERAKKİNİN ÂMİLİDİR

Allah'ın vaz ettiği ilâhî bir kanun olan din, akıl sahiplerini kendi irade ve istekleri ile sonu hayra ve saadete varan işlere teşvik eder. İnancın en doğrusunu, vazifenin en mükemmelini, ahlâkın en yücesini, çalışmanın en verimli ve devamlı olanını, cemiyet için en yararlı insan örneğini ancak İslâm dini teşhis ve tesbit etmiş bulunmaktadır. Dinin mahiyetini iyi anlayan ve onun hükümlerini zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren bir insan, İslâm'ın ışık tuttuğu istikamette ve ilmin ölçülerine uygun biçimde çalışıp terakkinin zirvesine ulaşmak ister.

İki günü birbirine eşit olan kimseyi aldanmış kabul eden bir dinin müntesibi, daima ilerlemenin ve yükselmenin talibi olacaktır. İlk inen âyetinin birinci cümlesi, "Yaratan Rabbinin adı ile oku" emri ile başla-yan bir kitâb-ı ilâhîyi .okuyan ve kendini faydalı bilgilerle teçhiz eden kimse, daima çalışmak ve ilerlemek ister. İslâm'ı iyi anlamanın tabii neticesi budur. Bu yolda hareket eden basiretli bir mü'min, Kur'an-ı Kerimi kemaliyle anlamış ve kendi yaşayışı ile tefsir etmiş olur. Rabbimizin adını anmış ve fakat okumayı ihmâl etmiş ise, eksik iş yaptığı için, geri kalmıştır. Okumuş ve fakat Allah'ın adını ağzına almamış ise, ilmin hayrını ve bereketini görmemiştir.

Din ve ilim; terakkinin ilk ve son şartı, ilerleme ve yükselmenin mü-temmim unsuru olmaktadırlar. Dinden ve ilimden haberdar olmayan bir toplumda terakkinin olacağını sanmak, "çınar" ağacından "muz" ummak gibi ham hayâl peşine takılmak olur. Din, insanın aklına ışık tutar;ilim, aklı iyi düşünmeye ehil kılar. Din olmadan ilmin ilerlemesi, farsız araba ile gece yolculuğu yapmak gibi tehlikeli bir teşebbüs olur. İlmin aydınlatamadığı karanlıklar ve metafizik meseleler, ancak dinin kalp-lerde yaktığı iman nuru ile aydınlanmış ve çözüme kavuşmuş olur. Cahile laf anlatmak zor, dinsize hakikati kabul ettirmek imkânsızdır.

Geçmiş milletlerin hayatını dinin pertevi ve tarih felsefesi ile tedkik edecek olursak şu gerçeği müşahede ederiz: Din ile birlikte ilme sarılan milletler, iki kanadı sağlam bir kuşun şâhikalara yükselmesi gibi, terakkinin zirvesine ulaşmıştır. Dinden kopmuş ve ilimden ayrılmış bir millet, küfrün ve cehâletin karanlıkları içine düşüp, süflî bir hayatın mahkûmu olmuştur. İslâmî bir pırıltıdan ve ilme dayalı bir düşünceden mahrum kalmış toplumlar; ne hürriyetlerini, ne zürriyetlerini koruyabilmişlerdir. İmansız, iz'ansız ve vatansız kalmanın tevlit ettiği küfrün, zilletin ve esaretin çilesini en feci şekilde çekmiş ve çökmüşlerdir.
Hayatları tarihe mal olmuş milletlerde ve müslüman ecdadımızın yaşadığı ülkelerde görülen yükselme ve ilerlemeler, "tesadüf kelimesi ile izah edilemez. Madde ile manâ arasındaki âhenkli bütünleşme sonunda ortaya çıkan gelişmeler, o asırda yaşıyan müslümanların İslâm dinini iyi tedkik ve tatbik etmelerinin, ilme uygun olarak çalışmalarının tabiî bir neticesi olmaktadır. Bu hakikati görmezlikten gelmek, güneşi balçıkla sıvamaya kalkışmak kadar zor ve ilim platformunda kendini gülünç duruma düşürmek olur. "Din terakkiye manidir" sözünü ağızla-rından düşürmeyenler, ay ışığından uykusu kaçan fino'nun çıkardığı sesten farklı bir şey telaffuz edememektedirler.

İlmi, "mü'minin kaybolmuş malı" olarak kabul eden ve nerede te-sadüf edilirse öğrenilmesini emreden İslâm dininin bütün detayları ile öğretilmesi için açılan medreselerde, dinî ilimlere ilâveten, matematik, hendese, fizik kimya ve sair aklî ilimlerin okutulması sebebiyle her sahada ilerleme ve yükselme başlamıştır. Bu müsbet çalışmaların so-nunda din işlerinde derinliğine bir vukuf, dünya faaliyetlerinde terakki başlamıştır. Kur'an-ı Kerim'i okuyan mütefekkir ve müsbet ilimlerle mücehhez müslümanlar. âyet-i kerimelerin işaret ettiği yerlere ve göklere, semâvattaki ecrama ve küre-i arzdaki ecsama, denizlere ve içinde ya-şayan canlılara gözlerini çevirmişler ve yaptıkları araştırmalarla birçok meçhulü bilinir hâle getirmişlerdir.

Bu verimli çalışmalar astronomi, tıp matematik ve benzeri ilimlerin doğmasına veya genişlemesine zemin hazırlamıştır. Değişik ilim dallarında ihtisas sahibi olmuş bilginler, Kur'an-ı Kerimin beyanlarını tedkik süzgecinden geçirerek, yaptıkları inceleme ve araştırmaları pozitif bir ilim olarak ortaya koymuşlardır. Bu feyizli çalışma ve bereketli araştırmalar, müsbet ilim dallarının enine, boyuna ve derinliğine kemâle ulaşıp şekillenmesine zemin hazırlamıştır.

Teknik sahadaki gelişmeler, yeraltı zenginliklerinin işletilmesi fikrini ve istihsal edilecek ham maddeyi mâmûl hâle getirip pazarlama düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Ulaşılan bu verimli sonuç, ihracat yollarını araştırma zaruretini gündeme getirmiştir. Millet ve memleketimizin muhtaç bulunduğu eşyayı kendi tezgahlarımızda üretmek, paramızın yabancı milletlerin kasasına aktarılmasını önlediği gibi, dış pazalarda mallarımızı tanıtma kolaylığını sağlamıştır.
Dinimizin çalışma ve yükselmeye verdiği ehemmiyeti bilen ve müsbet neticesini elle tutarcasına gören bir müslüman, tembellikten nefret eder. Yüz aklığı ile çalışıp nafakasını kazanmayı, elde ettiği kazançtan tasarruf edip iktisâden kalkınmayı, millet ve memleketini yük-seltmeyi kendisi için bir borç olarak kabul eder. İmanda kemâle ulaşan bir mü'min, ilerleme ve yükselmenin zaruretine olan bir düşünce ile, çalışacak olursa hayâllerin hakikat olduğunu görmesi uzak bir ihtimâl değildir.

İslam dinine yabancı kalmış bir toplumu kuşatan cehalet ve atalet, o milletin en büyük düşmanıdır. Tembel ve bilgisiz bir cemiyet, başka milletlerin veya dinsiz bir azınlığın esiri olmaktan kurtulamaz. Vücudunu ilme ve insanlığın hizmetine adamış ulemâ, malını hayra sarfetmeye alışmış zenginler, ilmin ve fert mülkiyetinin hâmisi bulunan ümerâ el ele verirler ve fikir birliği yaparak çalışırlarsa; gayret, servet ve kuvvet dinin emrinde ve ilmin hizmetinde birleşirse terakki zirve noktasına ulaşır.

Semaya doğru uzanan minarelerden yükselen ezan sesleri, mü'minleri ibadete davet ederken fabrikaların vardiya düdükleri sırası gelen işçileri faaliyete çağırırsa; Allah'a ibadetle meşgul müslümanların duaları, fabrika bacalarından çıkan dumanlarla karışıp sarışarak yükselirken, ibadetler vecdin, gayretler buluşların doğmasına zemin hazırlar ise; terakki, bu iman ve gayrete sahip milletlerin peşinde koşar.

Memleketini aşk derecesinde seven bir mimar, maziden intikal eden mimarî eserlerin sanat değerlerini inkâr etmeden, gelişen tekni-ğin ve inkişaf eden mimarînin seyrine ayak uydurarak kendi sahasında terakkinin yollarını araştırmalıdır, Yaşadığı asrın gerçeklerini mâzi ile istikbâl arasında köprü yaparak tarihî ve mimarî eserlerin özellik ve gü-zelliklerini istikbale aktarmaya ve memleketini yüseltmeye gayret gös-termelidir.

Milletine hizmeti şiar edinip yılmak ve yorulmak bilmeyen bir çalış-ma ile uğraşan bir tabip, el-Kanun adlı eseri şark ve garp üniversitelerinde asırlarca ders kitabı olarak okunan İbni Sinâ'nın, Ebu Bekir Râzi'nin nâmüsait şartlar altında insanlığa hizmet etmelerini dikkate alarak, gelişen modern tıbbın ve keşf edilen teknik cihazların ışığında ilmini geliştirmeye ve memleketinin yükselmesinde kendisine düşen hizmeti şevkle yapmaya çalışmalıdır.

Çeşitli ilim dallarında tahsil yapmış ve ihtisasını tamamlamış mü-hendisler ve teknik elemanlar, aziz vatanımızın yeraltı değerlerini; petrol, kömür ve sair madenleri işletip kullanmaya elverişli hâle getirmek ve ihtiyaç fazlasını dünya piyasalarında tanıtıp memleketimizin gelir kaynaklarını artırmak ve necip milletimizi muasır milletlerin seviyesine yükseltmek ve hatta onlardan üstün bir dereceye terakki etmesi için çalışmak zorundadırlar.

Vatanımızı korumakta nasıl can ve başla çalışmak zorunda isek, aynı anlayışla onu yükseltmek de vazifemiz olmaktadır.