SERMAYE VE EMEK ORTAKLIĞI

Ahiretin tarlası olarak tavsif olunan dünyada, sadece uhrevî meseleler ile değil, üzerinde yaşadığımız arz küresi île alâkalı hizmet ve faaliyetlerle uğraşma mecburiyeti de vardır. İmâl ettiğimiz sanayi ürünlerinin ve yetiştirdiğimiz mahsüllerin pazarlanması ve sermayenin değer kaybına uğramaması fikri, insanı bu istikamete sevk etmektedir. Bazı kimselerin bir miktar parası var ve fakat iş görmeye zaman ve imkânı yoktur. Fikir yapısı ve bedeni kuvvetleri iş yapmaya müsait bulunan bazı kimseler de yapmayı tasarladığı işi çevirecek maddî imkândan mahrum bulunmaktadır. Bu gibi çâresizlikler, bir taraftan sermaye, diğer taraftan çalışma ortaklığını zaruri hâle getirmektedir.

Ortaklığın birçok şekilleri vardır. Bir şahıstan fikrî ve bedenî çalışma, diğer kimseden de sermaye koymak suretiyle kurulan ortaklık şekline "şirket-i mudârebe" adı verilmektedir. Pasif bir haldeki sermaye ile iş yapmayı bilen ve bu sermayeyi aktif hale getirecek iki ayrı kimsenin anlaşma yaparak ve İslâm fıkhının ticaret esaslarına uygun bir ortaklık ile verimli bir çalışma ve ticaret zemini doğmuş olur.

Mudârebe ortaklığı, akla gelen ve İslâm fıkhına ters düşen ihtimallerden arındırılmış bir kâr ortaklığıdır. Bu ortaklık şeklinde sermayenin tamamı bir şahsa ait olabileceği gibi, birden fazla kimseye de ait olabi-lir. Ortaya konulan sermayeyi çalıştırıp nemâlandırmak; paranın mal ile mübâdelesi, alınan malın satışa arzedilmesi sonunda kâbil olur. Bu şekilde devam eden ticaret, çok kere, sermaye ve emek sahibi bulu-nan tarafları memnun eden bir sonuç verir. Bu verimli çalışmadan hem çalışan hem de sermaye koyan şahıs istifade etmiş olur. Elde edilecek kâr, bir nisbet dâhilinde, parayı çalıştıran ile sermaye sahibi arasında taksim olunur.

Bahsi geçen şirketin rüknü, mudarebeye delâlet eden bir lafızla, bir taraftan teklif yapılması, diğer şahsın da bunu kabul etmesinden ibarettir. Şöyle ki: Sermaye sahibinin, çalışacak şahsa hitaben "şu parayı al da çalıştır. Hâsıl olacak kâr, aramızda yarı yarıya (veya ikili birli) ortak olsun" demesi gibi.

Mudârebe şirketi, "mutlak" ve "mukayyet" olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Mutlak mânâdaki şirket-i mudârebe; zaman ve mekânla, ticaret nevilerinden biri ile, satıcı ve müşteriyi tayin ile kayıtlı olmayandır. Kayıtlı olan mudârebe ortaklığı ise zaman veya mekânla, bir ticaret nevi ile yahut bunlardan hepsi ile kayıtlanmış olandır, "Falan zamanda veya falan yerde, yahut falan cins mal al sat, yahut falan kimselerle veya falan şehrin halkı ile alış veriş yap" demiş olsa kayıtlı ve sınırlı bir mudârebe ortaklığı kurulmuş olur.

Sermaye koyan şahıs tarafından ileri sürülecek şart ve kayıtlara, parayı çalıştıracak kimsenin riayet etmesi gerekir. Çünkü mudârebe şirketi yoluyla ortaklık tesis etmek, bir nevi vekil tayini olmaktadır. Bu cihet dikkate alındığı zaman, tahsis yapmakta fayda mülâhaza olunur. Bu hususta bir noktayı belirtmek isteriz. Sermaye koyan şahıs tarafından ileri sürülecek kayıt, faydalı olmalı ve konulan sermaye "mal"a bağlanmadan önce açıklanmış olmalıdır. Buna ters düşen bir kayıt ve şarta riayet lâzım gelmez. Meselâ, sermayenin sahibi, "Satacağın malı peşin para ile satma" diye tenbih ettiği halde, ortağı olan şahıs, o mah veresiye satacağı fiat üzerinden ve peşin olarak satabilir. Bu takdirde, "Peşin satma" diyerek yaptığı uyarı faydalı bir kayıt olmaz.

Mudarebe ortaklığının sahih olabilmesi için bir takım şartlar vardır. Bunlardan bir tanesi bile bulunmasa kurulan şirket bâtıl olur. Onları şöyle sralayabiliriz:

a) Sermaye sahibinin vekil tayin etmeye; ona ortak olan şahsın da vekâlet yapmaya ehil olmaları şarttır. Bu şarta dayanarak sermaye sahibi ile işi yürütecek şahısların akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış olma-ları; henüz bu çağa ulaşmamış ise, kârı zarardan ayırt edecek kabiliyette ve velisi tarafından ticaretle uğraşmasına izin verilmiş olması icap eder.

b) Şirket sermayesinin elde mevcut bir para olması lâzımdır. Baş-kaca bir mal, bir alacak, kile veya terazi ile tartılan ticaret malları şirket-i mudârebe sermayesi olamaz.

c) Sermayenin miktarı, akdi yapan şahıslarca mâlum olması gere-kir. Aksi halde şirketin sıhhatine engel olacak bir durum ortaya çıkmış olur.

d) Elde edilecek kârın şâyi olması lâzımdır. Şöyle ki: Bahsi geçen şirket için akit yapan şahısların elde edecekleri kârdan hissenin (yarı, üçte bir, dörtte bir gibi) şâyi bir cüz olarak belirtilmesi gerekir.

e) Sermaye olarak tesbit ve tayin edilen paranın, onu çalıştıracak ortağa teslim edilmesi icap eder. Aksi halde ortağın iş görmesi mümkün olmaz.

f) Sermaye sahibi ile onu işletecek şahsın hâsıl olacak kârdan alacakları hisselerin miktarı, şirket sözleşmesinin yapıldığı sırada, belirtimiş olması şarttır.

g) İşi yürütecek ortağa verilecek hissenin, kârdan ayrılmış olması lâzımdır. Bunun aksi olan bir uygulama yapılırsa, ona verilecek hisse sermayeden veya bir kısmı kârdan bir miktarı da sermayeden verilmek üzere sözleşme yapılsa, mudârebe şirketin başlangıçta fasit olur.

Bu şartlardan başka, bilinmesi gereken bazı meseleler de bulunmaktadır. Onların açıklanmasında her iki taraf için fayda mülâhaza etmekteyiz. Şöyle ki: Sermayeyi işletecek kimse, güven duyulan bir şa-hıs olmalıdır. Çünkü onun elindeki sermaye, bir bakıma "emanet" durumunda olmaktadır. Bir de mudârebe ortağı, sermaye sahibinin vekili olarak o parada tasarrufta bulunur. Şayet kâr ederse ondan hissesini alır. Kusuru ve tecavüzü olmaksızın sermaye telef olsa tazmine mecbur tutulamaz.
Parayı çalıştıracak olan ortak, şirket sözleşmesinin yapılmasını takiben, ortaklığın teferruatı ile ilgili işleri yapmaya mezun olur. Bu hususu birkaç örnek ile belirtmekte fayda olduğuna inanıyoruz:

1- Satıp da kâr etmek için mal alabilir. Bu sırada, piyasada geçer fiattan çok yüksek bir bedelle (gabni fahiş ile) mal satın almamaya dikkat göstermelidir.

2- Parayı çalıştıracak ortak, iki kişi olursa, satın alma işini ikisi birlikte yapmalıdır.

3- Satacağı malı, gerek peşin gerekse veresiye olarak satışa arz edebilir. Pazarladığı malı az bir kâr ile de piyasadaki değeri üzerinden de satabilir.

4- Ticaret erbabı arasında yaygın bulunan örf ve âdete göre, va-deli satış yapabilirse de daha uzun bir vade tanıyamaz.

5- Sermaye sahibi, peşin satın yapmasını şart koşmuş ise, satacağı malı veresiye olarak satamaz.

6- Parayı çalıştıracak ortak, sattığı malın bedelini havale olarak kabul edebilir. Bir kimsede alacaklı olduğu paranın çek veya senedini alarak bir mal satabilir. Bu gibi havaleler, tüccarlar arasında geçerli ve yaygın bulunmaktadır.

7- Ortak, malı bizzat satabileceği gibi, herhangi bir kimseyi satışa vekil olarak tayin edebilir.

8- Alacağı bir mal için rehin alabileceği gibi, satacağı bir şey için de rehin kabul edebilir.

9- Alış veriş yapmak için, kara veya deniz yolu ile, başka bir şehre gidebilir.

Gerek sermaye sahibinin gerekse onun vereceği parayı işletecek ve nemâlandıracak ortağın, şirketle ilgili fıkhî esaslara riayette kusur etmemeye dikkat göstermeleri lâzımdır. Ticarette "Helâl"ı "Fazla ka-zanç" tercih etmelidir. Çünkü para, hayatımızın gâyesi değil, hayatı devam ettirmenin zahiri bir vasıtasıdır.