ZARARI ÖNLEMEDE ÖLÇÜ

İslâm dini, zarar görmeyi de zarar vermeyi de yasaklamış; vukua gelen bir zararın ortadan kaldırılması için hukukî müeyyideler koymuştur. Bir işin başlangıcında, kasdî olarak zararlı hareket etmeyi men eden dinimiz, zarara zararla mukabele etmeye de müsade etmemiştir. Zira bâtıl bir hareket, kıyas noktası olarak alınamaz. Takip edilecek en makul yol, hakime müracaat ederek zararın telâfisini istemektir.

Bu mevzuu müşahhas bir misalle açıklığa kavuşturmak isteriz: Bir kimse, koyunlarını bir şahsın tarlasına sokarak ekinini yedirse, mağdur olan kişi, mukabil bir harekete teşebbüs edip mütecavizin ekinine veya başka bir malına zarar yapamaz. Çünkü o mal, zarar yapan şahsın mülkü ise de, millî servet sayılmakta ve birçok kimsenin ondan faydalanma ihtimali bulunmaktadır.

Zarar yapmamak, hareketlerimizin esasını teşkil ettiği için , mubâh bir iş olan avlanma sırasında başkalarına ait bağ ve bahçelere gelecek zararı önlemek için gerekli engel ve dikenli tel yapılmaktadır. "Mubâh olan bir işi, istediğim yerde yaparım" demeye kimsenin hakkı yoktur. Avcılık mubâh ise de başkalarına zarar vermek haramdır. Zararın izâle olunması, geçerliliğini her zaman koruyan bir hukuk kaidesidir. Şu kadar var ki," Bir zarar, misli ile izâle olunmaz", münasip bir şekilde taz-mini yoluna gidilir.

Zararı önleme ölçülerinden biri de "Umuma gelecek zararı uzaklaştırmak için hususi zarar ihtiyar olunur" kaidesidir. Mesela tıp tahsili olmayan bir cahilin hasta tedavi etmeye kalkışmasında umûmi bir zarar endişesi vardır. Geniş çaptaki zararı önlemek için, o kimse bu faaliyetten men olunur.

Zararı önleme mevkîinde bulunan mü'minlere, alacakları tedbirde yol gösteren kaide de "Şiddetli zarar, daha hafif zararla giderilir" hükmüdür. Bu ölçüler ve İslâmî hükümler çerçevesinde, zarar muhakkak önlenmeli, münakaşa ve husûmetlerin önü alınmalı ve huzur içinde ha-yat süren bir toplum haline gelmeliyiz.


(4) Mebsût, c. 8, sh. 8.
(5) Rüdûd, ale'l-ebâtîl, sh. 17.