İstemeksizin Kendisine Verileni Kabul Etmekte Fakir'in Riayet Edeceği Âdâb

Bişr el-Hafî derdi ki: 'Fakirler üç kısımdır. Bir fakir vardır ki ne dilenir, ne de kendisine verildiği zaman alır. Bu fakir, ruhânilerle İlliyyin'dedir.

Bir fakir vardır ki dilenmez, kendisine verildiğinde alır. Bu fakir, Firdevs cennetlerinde mukarrebîn'le beraberdir. Bir fakir vardır ki ihtiyaç anında dilenir. Bu fakir de ashab-ı yemîn' den olan sıddîklarla beraberdir. Öyleyse bütün âlimler dilenmenin kötü olduğunda, ihtiyaca rağmen mertebe ve dereceyi düşürdüğünde ittifak etmişlerdir.

Şakik el-Belhî, İbrahim b. Edhem Horasan'dan yanına geldiğinde ona şöyle dedi:
- Horasan'daki arkadaşlarını ne şekilde bıraktın?
- Onları şöyle bir durumda bıraktım: Eğer kendilerine verilirse şükrederler, verilmezse sabrederler.
İbrahim onları, dilenmeyi terketmekle. vasıflandırdığı zaman kendilerini övdüğünü zannetti.
- Ben de aynen senin dediğin gibi, Belh'teki köpekleri o şekilde bırakıp geldim.
- Ey Ebu İshak! O halde, sence fakir nasıl olmalı?
- Fakirler verilmezse şükreder, verilirlerse infak ederler.
Bunun üzerine İbrahim, Şakîk'in başını öpüp 'Doğru söyledin hocam!' dedi.

Madem ki durum budur, öyle ise dilenmek, şükür, sabır ve rıza hakkında hâl sahiplerinin dereceleri pek çoktur. Bu bakımdan ahiret yolunun yolcusuna bu dereceleri, bu derecelerin kısımlarını ve değişik durumlarını bilmek gerekir; zira bunları bilmediği takdirde, derecelerin düşüklerinden yücelerine çıkamaz.

Esfel-i sâfilîn'den a'lâ-yı illiyyîn'e yükselemez. Oysa insan 'ahseni takvîm' üzere yaratılmıştır. Sonra esfel-i safilîn'e gönderilmiştir. Sonra a'lâ-yı illiyyîn'e çıkmakla emrolunmuştur. Kim alçaklık ile yükseklik arasını ayırdetmeye güç yetiremiyorsa, asla terakkiye gücü yetmez.

Şüphe esasında bunu bilen hakkındadır; zira o bile bazen terakki edemez. Hallerin sahiplerine ise, sülûk esnasında bazen bir hâl galebe çalar ki o hâl, dilenmenin onların derecelerinde yüksel-tici bir rol oynamasını gerektirir. Fakat bu da ancak onların hallerine nisbeten böyledir; zira bu gibi ameller niyetlere bağlıdır.

Biri dedi ki: Ebu İshak Ahmed b. Muhammed en-Nûri'yi65 gördüm. Elini uzatır, bazı yerlerde halktan dilenirdi. Ben onun bu hareketini büyük bir hata sayıp kınadım. Cüneyd'e gelip onun bu durumunu söyledim. Cüneyd 'Bu sana tuhaf görünmesin! Zira en-Nûrî, halktan alıp halka vermek için dilenmiştir. Halkı sevap sahibi kılmak için dilenmiştir. Onlar, ona zararı dokunmadan ecir sahibi olurlar' dedi.

Sanki Cüneyd-i Bağdadî, bu sözüyle Hz. Peygamber'in şu ha-dîs-i şerîfine işaret etmiştir:
Verenin eli, yüce elin ta kendisidir.66

Seleften biri şöyle demiştir: 'Veren el, malı alan eldir. Çünkü sevabı veren odur. Takdir onun içindir, onun aldığı mal için değildir'.
Sonra Cüneyd şöyle buyurmuştur: 'Teraziyi getir' dedi ve yüz dirhemi tarttı. Sonra bir avuç alıp o yüz dirhemin üzerine atarak dedi ki: 'Bunları al, en-Nûrî'ye götür!' Ben içimden dedim ki: 'Birşey, miktarı bilinsin diye tartılır. Cüneyd, hakîm bir kişi olduğu halde nasıl miktarı belli olmayan bir malı tartılan malakattı?' Utandığım için Cüneyd'e bu durumu sormadım. Keseyi alıp en-Nûrî'ye götürdüm. 'Teraziyi getir!' dedi. Yüz dirhemi tartıp aldı. "Bu fazlalıkları Cüneyd'e götür ve ona 'Ben senden artık hiçbir şey kabul etmem!' de" dedi. Böylece Cüneyd yüz dirhemden fazlasını geri aldı. Hayretim gittikçe arttı. Bu durumu en-Nûrî'ye sordum. Dedi ki: 'Cüneyd hakîm bir kişidir. İstiyor ki ipin iki tarafını da elde etsin. Yüz dirhemi nefsi için tarttı. Sonra tartısız olarak sadece Allah için bir avucu tartılanın üzerine attı. Ben ise Allah için olanı aldım. Cüneyd'in kendi nefsi için verdiğini geri çevirdim!' O parayı Cüneyd'e verdiğim zaman ağlayarak şöyle dedi: 'Malını aldı, malımızı geri çevirdi. Yardım eden Allah'tır!'

Onların kalplerinin ve hallerinin nasıl saflaştığına dikkat ediyor musun? Allah için olan amelleri nasıl riyadan kurtulmuştur? Hatta onların her biri, konuşmadan arkadaşının kalbini müşahede eder. Fakat onlar kalplerin görüşmesi, sırların münâcatı ile konuşurlar. Bu da helâl yemenin, kalbi dünya sevgisinden boşaltıp bütün gayretiyle Allah'a yönelmenin neticesidir. Kim bunu, yolunu denemeden önce inkâr ederse, o kimse cahildir. Tıpkı müshil'in ilaç olduğunu içmeden inkâr eden bir kimse gibi...

Kim çok çalıştıktan sonra da vasıl olmayıp bu durumu inkâr ederse başkası da varamaz derse bu kimse tıpkı müshile benzeyen ilacı içen ve müsbet tesirini görmeyen bir kimse gibidir. Bu kimse, müshilin ilaç oluşunu inkâr eder. Bu kimsenin, cahilliği birincisinden daha hafifse de cehaletten doldurulmuş bir yükten uzak değildir. Belki basîret sahibi, iki kişiden biridir: Ya ahiret yoluna devam etmiş, başkalarına belirdiği gibi ona da belirmiştir. Bu kimse zevk ve mârifet sahibidir ve Ayn'el-yakîn derecesine vâsıl olmuştur, veya ahiret yolunda yürüyememiş veya yürümüş de hedefe varamamıştır. Fakat ona iman etmiş onu doğrulamıştır.

Bu kimse de 'ilm'el-yakîn' sahibidir. Bu kimse her ne kadar 'ayn'el-yakîn' derecesine varmamışsa da 'ilm'el-yakîn'de bir rütbesi vardır. Bu rütbe 'ayn'el-yakîn' rütbesinden aşağı olsa bile yine de bir rütbedir. Kim 'ilm'el-yakîn' ve ayn'el-yakîn'den uzak ise, o kimse, mü'minler zümresinin haricindedir. Kıyamet gününde in-kâr edici ve mütekebbir olanlarla beraber haşredilir. Onlar öyle inkâr ediciler ki zayıf kalpleri ölü ve şeytanın tâbileridir. Bu bakımdan Allah Teâlâ'dan dileğimiz, bizi ilimde rasih olup 'Ona iman ettik, hepsi rabbimizden gelmiştir. Ancak akıl sahipleri bunu anlarlar' diyenlerden eylemesidir.


65) Bağdad'da doğdu ve büyüdü. Aslen Begavîlidir.Cüneyd'in çağdaşlarındandı. H. 295'de vefat etmiştir .
66) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)