8. Günahları Gizlemenin Ruhsatı ve İnsanların Günahına Muttali Olmalarından ve Kendisini Yermelerinden Hoşlanmamak

İhlâsta esas, için ve dışın bir olmasıdır. Nitekim Hz. Ömer bir kişiye 'Ameli açıktan yapmaya çalış!' demiştir. Kişi "Ey mü'minlerin emîri! 'Ameli açıktan yapmak' ne demek?" diye sorunca, Hz. Ömer 'Öyle bir amel yap ki ona herhangi biri muttali olduğu zaman ondan utanmayasın!' demiştir.

Ebu Müslim el-Havlânî dedi ki: 'Büyük ve küçük abdesti bozmak ve ailemle cinsî münasebette bulunmam dışında, halkın hiçbir amelimi bilmesine aldırmam!' Ancak bu söylenilen derece, herkesin varamadığı büyük bir derecedir.

İnsanoğlu kalbi veya âzalarıyla yapıp gizlediği ve halkın bilmesini hoş karşılamadığı günahlardan uzak değildir. Hele şehvet ve istekler hususunda insanoğlunun hatırından geçenler... Oysa Allah Teâlâ bütün bunlara muttalidir. Bu bakımdan kulun bu günahları, başka kullardan gizleme çabası, çoğu zaman kul tarafından mahzurlu bir riya olarak görülür. Oysa hiç de öyle değildir. Aksine mahzurlu olan riya, halka muttaki ve Allah'tan

korkan bir kimse olduğunu göstermek çabasıdır! Oysa esasında da böyle değildir. İşte riyakâr bir kimsenin örtmesi budur.

Riyakârlık yapmayan doğru insana gelince o, günahlarını örtebilir. Onun bu husustaki isteği sıhhatli olabilir. Sekiz yönden halkın günahına muttali olmasından dolayı üzülmesi sıhhatli ve yerindedir:

1.Günahlarını örtmesinden ötürü Allah'ın memnun olduğunu bilir. Rezil olduğu zaman Allah Teâlâ'nın örtüsünü yırtmasından üzülür ve kıyamette de örtüsünü yırtacağından korkar; zira haberde vârid olmuştur ki: 'Allah Teâlâ dünyada bir kulunun günahını örterse ahirette de onun günahını örter'.66 O halde, bu üzüntü, imanın kuvvetinden doğan bir üzüntüdür.

2.Kişi bilir ki Allah günahların açığa vurulmasını hoş görmez, örtülmesini sever, Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: 'Şu günahlardan herhangi birşey irtikâb eden bir
kimse Allah'ın örtüsüne bürünsün'.67
Kişi her ne kadar günah ile Allah'a isyan etmişse de onun kalbi Allah'ın sevdiğini sevmekten boşalmamıştır. Bu da iman kuvvetinden kaynaklanır ve Allah'ın günahların açığa çıkmasını sevmediğinden kaynaklanır. Buradaki doğruluk eseri ve âlameti; başkasından da günahın zuhur etmesini kerih görmesi ve üzülmesidir.

3.Günahtan ötürü halkın kendisini zemmetmesinden tiksinmesidir. Öyle ki kalbinin ve aklının Allah'ın taatinden meşgul olacak derecede tiksinmesidir. Çünkü tabiat, zemmedilmekten eza duyar. Akılla münâzaa eder. Tâattan uzak olur. Bu illetten dolayı
kendisini Allah'ın zikrinden meşgul edecek, kalbini kaplayacak ve zikirden kendisini uzaklaştıracak olan övülmekten de tiksinmelidir. Bu da imanın kuvvetinden ileri gelir; zira ibâdet için kalbin boşalmasını gönülden talep etmek imandandır.

4.Üzülme korkusu ile halkın zemmetmesinden tiksinmesi, dolayısıyla günahını örtmesi ve örtülmesidir. Çünkü zemmetmek,vurmanın bedene elem vermesi gibi kalbe elem verir. Kalbin zemmedildiği için elem duymasından korkması haram değildir. İnsan böyle bir korkudan dolayı âsi olmaz. Ancak nefsi halkın zemminden korktuğu, halkın zemminden dolayı caiz olmayanı yapmaya kendisini dâvet ettiği takdirde günahkâr olur. Halkın zemminden dolayı üzülmemek ve elem duymamak insana farz değildir. Evet doğruluğun kemâli, kendisinden halkın görmesini silmedir. Şöyle ki: Kendisini zemmeden ile medhedeni eşit görür. Çünkü bilir ki zarar ve faydayı ancak Allah Teâlâ verir. Kulların tümü acizdirler. Böyle olanlar cidden azdır. İnsanların çoğu, başkasının zemmetmesinden dolayı elem duyar. Çünkü zemmetmekte eksikliği hisseder. Zemden dolayı elem duymasının bazı kısımları dinen övülür. Zemmeden, din hususunda basiret ehlinden olan bir kimse ise, bu takdirde, zemminden elem duymak övülmeye vesile olur. Çünkü böyle kimseler, Allah'ın (yeryüzünde) şahidleridir. Onların zemmetmeleri Allah'ın zammetmesine ve dinde eksikliğe delâlet eder. O halde nasıl bundan üzülmesin!

Evet! Kötü olan üzüntü, takvadan dolayı övülmenin elden gitmesine üzülmektir. Sanki kişi, takvadan dolayı, övülmesini sever ve ister. Oysa Allah'a yapmış olduğu ibâdetten dolayı övülmeyi istemesi caiz değildir. Nasıl caiz olabilir? Bu takdirde Allah'ın ibâdetiyle, Allah'tan değil, bir başkasından mükâfat beklemiş olur! Eğer nefsinde böyle birşey hissederse derhal buna nefret ve redle mukabele etmelidir. Tabiî olarak mâsiyetten dolayı, başkasının zemmetmesinden tiksinmek ise kötü değildir. Bu tenkidden sakınmak için günahını örtebilir. Kulun övülmeyi sevdiği, fakat zemmedilmeyi de kerih gördüğünü düşünmek mümkündür. Ancak kulun buradaki maksadı, halkın hem övmek, hem de zemmetmek bakımından kendisini bırakmasıdır. Nice kimseler vardır ki övülmenin zevkini kaybetmeye karşı sabreder de zemmetmenin elemine karşı sabredemez; zira övülmek zevk verir. Zevkin yokluğu ise insanı üzmez, zemmetmek ise üzücüdür. Bu bakımdan ibâdet için övülmeyi istemek, ibadetine karşılık peşin sevap talep etmek demektir. Günahtan dolayı zemmedilmeyi kerih görmekte ise, bir husustan başka bir mahzur yoktur. O da halkın günahına muttali olmasının üzüntüsünün kendisini Allah'ın muttali olmasından meşgul etmesidir. Bu ise dinde eksikliğin en son noktasıdır. Uygun olan, Allah'ın muttali olmasından ve zemmetmesinden daha fazla üzülmesidir.

5.Zemmetmeyi, zemmedenin Allah'a isyan etmesine vesile olur diye kerih görmektir. Bu düşünce de imandan gelir. Bunun doğru olmasının alâmeti, kişinin başkasını zemmetmeyi de kerih görmesidir. Fakat tabiat cihetinden gelen acı ise bunun tam tersinedir.

6.Günahını, günahı bilindiği zaman, herhangi bir şerre mâruz kalmamak için örtmesidir. Bu, zemmetmekten duyduğu elemin ötesinde bir mânâ taşır; zira zemmetmek, kalbin eksiklik ve
hasisliğini hissetmesi bakımından elem vericidir. Her ne kadar zemmedenin, kendisine herhangi bir kötülük dokundurmasından emin ise de bazen sebeplerin herhangi biriyle günahına muttali olan bir kimsenin şerrinden korkar. Bu bakımdan bundan
kaçınmak için günahını örtebilir.

7.Mücerred hayadır. Çünkü mücerred haya da zemmin elemi ve şer ile kasdetmenin ötesinde bulunan elemin bir türüdür. Bu iyi bir ahlâktır. Gençliğin başlangıcında akıl nûru doğduğu zaman meydana gelir. Dolayısıyla kişi, kendisinde görüldüğü zaman kabahatlerden utanır. Bu, övülen bir vasıftır; zira Hz. Peygamber (s.a)şöyle buyurmuştur:

Muhakkak Allah, haya eden ve hâlim bir kimseyi sever.71
Bu bakımdan fâsıklık yapıp da halkın fâsıklığına muttali olmasından perva etmeyen bir kimse, fâsıklık suçunun yanına, denâet, kabahat ve hayasızlığı da eklemiş olur! O halde günahını örtüp utanan bir kimseden, düşüklük bakımından, bu daha ileride ve daha şiddetlidir. Ancak haya, riya ile karışıktır. Büyük bir riya ile karışmıştır. Bunu idrâk eden pek azdır. Her riyakâr utandığını iddia eder. İbâdetleri güzelce yapmasının sebebinin halktan haya etmesi olduğunu savunur. Bu ise yalandır. Aksine haya, bir ahlâktır. Kerim tabiattan kaynaklanır. Onun ardından riyanın çağırıcısı ile ihlâsın çağırıcısı gelir. Onunla beraber ihlâslı olmak da, onunla beraber riyakâr olmak da tasavvur edilir.

Açıklaması şöyledir kişi, bir dostundan, karz (borç) olarak birşey ister. O dostun nefsi, o miktarı borç olarak vermeyi istemez. Ancak dostunu boş çevirmekten utanır ve eğer başkasının diliyle konuşursa utanmayacağını düşünür. Yani ne riya için, ne de sevap için borç vermek istemez. İşte bu durumda kişi için birçok haller vardır:

Birincisi, perva etmeden, açıkça reddetmesidir. Böylece hayasının az olduğu söylenecektir. Bu, hayâsı olmayanın fiilidir; zira hayalı olan bir kimse ya geçerli bir sebep gösterir veya borç verir. Eğer verirse kendisi için üç durum tasavvur edilir:

Birinci Durum: Riyayı hayaya karıştırmaktır. Şöyle ki: Hayası sebebiyle, isteyene vermemek, gözünde çirkin görünür. Dolayısıyla riya duygusu da kabarır ve der ki: 'Seni övsün, ismini cömertlikle ansın diye vermen uygundur' veya 'Seni zemmedip cimriliğe nisbet etmesin diye vermen gerekir' der. Kişi bu durumda verdiği takdirde riyadan ötürü vermiş olur. Riyayı harekete geçiren şey ise, hayanın kabarmasından başka birşey değildir.
İkinci Durum: Hayâdan ötürü vermenin kendisi için mümkün olmamasıdır. Nefsinde cimrilik vardır. Dolayısıyla vermek de zorlaşır. Bu bakımdan ihlâsın duygusu kabarır ve kendisine şöyle der: 'Sadaka bir sevap kazandırır. Borç vermek ise onsekiz sevap kazandırır'.

(Haberde böyle vârid olmuştur).

O halde, borç vermede büyük bir ecir vardır. Bu bir dostun kalbini sevindirmek demektir. Bu ise, Allah'ın nezdinde, övülen bir haslettir. Buna binaen nefis, bunu vermek cömertliğinde bulunur. İşte bu muhlistir. İhlâsın haya harekete geçirmiştir.
Üçüncü Durum: Sevaba bir rağbeti olmadığı gibi, tenkid edilmekten de herhangi bir korkusu yoktur. Övülmeyi de sevmemektedir. Çünkü eğer o dostu mektupla kendisinden istemiş olsaydı ona vermezdi. Bu bakımdan sadece hayâdan dolayı ona vermiş oldu. O hayâ, kalbinde hissettiği hayâ elemidir. Eğer hayâ olmasaydı mutlaka geri çevirirdi. Eğer kendisinden utanmayacağı veya yabancı biri gelmiş olsaydı, o adam ne kadar kendisini övmüş olsa ve ona vermekte ne kadar sevap olsa da yine ona vermez, onu boş çevirirdi. Bu bakımdan bu mücerred hayâdır. Bu, ancak günahları irtikâb etmemek ve cimrilik gibi çirkinliklerde tasavvur edilebilir. Riyakâr bir kimse mübahlardan da utanır. Hatta o, aceleyle yürürken görünse derhal riya için sakin yürümeye başlar. Gülerken göründüğü zaman derhal yüzünü buruşturur ve bunu da hayâ için yaptığını iddia eder. Bu ise riyanın ta kendisidir.
Denilmiştir ki, hayânın bazısı zayıflıktır. Bu söz doğrudur. Bundan gaye, çirkin olmayan birşeyden hayâ etmektir. Halka vaaz etmek, namazda imamlık yapmaktan hayâ etmek, çocuk ve kadınlar için güzeldir. Aklı başında olanlar için güzel değildir. Bazen bir ihtiyar adamdan bir günah görünür. Onun ağarmış saçından, sakalından utanılarak o günahı tenkid edilmez. Çünkü müslüman bir ihtiyara hürmet etmek, Allah'a hürmet etmektendir. Bu tür hayâ güzeldir. Bundan daha güzeli Allah'tan utan-maktır. Bu bakımdan emr-i bi'l-mâruf yapmayı terketmemelidir. O halde, kuvvetli olan kimse, Allah'tan utanmayı halktan utanmaya tercih eder. Zayıf bir kimsenin ise, buna gücü yetmez. İşte bunlar öyle sebeplerdir ki onlar için çirkinlik ve günahların örtülmesi caizdir.

8. Başkasının günaha cüret etmesinden ve bu hususta kendisine uymasından korkarak günahı örtmektir. Bu tek illet, ibadetin belirtilmesinde geçerlidir. O da örnek olmaktır. Bu imamlara veya kendisine uyulan kimselere mahsustur. Bu illetten dolayı günahkâr, günahını aile efradından ve çocuklarından gizlemelidir. Çünkü onlar, ondan bunu öğrenebilirler. Bu bakımdan günahın örtülmesinde saymış olduğumuz sekiz özür vardır. İbâdetin izhar edilmesinde ise ancak bir tek özür mevcuttur. Kişi günahını örterek halka muttaki olduğu imajını vermek istiyorsa, riyakâr olur. Nitekim ibâdetin izharından da maksadı bu olduğunda riyakâr olduğu gibi...

Soru: Kul için, salihliğinden dolayı, halkın övmesini istemesi caiz midir ve bundan dolayı halkın kendisini övmesine sevinmesine ruhsat var midir? Oysa adamın biri Hz. Peygamber'e şöyle demiştir: 'Beni öyle bir ibâdete muttali kıl ki ondan dolayı hem

Allah, hem de insanlar beni sevmiş olsunlar!' Hz. Peygamber de ona şöyle buyurmuştur:

Dünya hakkında zâhidlik yap! Allah seni sever. Bu dünyayı insanların kucağına at, onlar da seni severler.72

Cevap: İnsanların seni sevmelerinden hoşlanman, bazen mübah, bazen güzel, bazen de kötü olur. Güzel olanı, Allah'ın seni sevdiğini onun vasıtasıyla bildiğinden dolayı onu sevinendir. Çünkü Allah Teâlâ, bir kulu sevdiği zaman, kullarına da onu sevdirir. Kötü olanı, haccından, cihadından, namazından, belli bir ibâdetinden dolayı onların seni sevmelerini istemendir. Çünkü böyle bir sevgi, Allah'ın vereceği sevaptan ziyade dünyada ibâdete karşı acil bir karşılık talep etmektir. Mübah olanı ise, belli ve övülen ibâdetlerden başka, övülen birtakım sıfatlardan dolayı seni sevmelerini istemendir. Böyle birşeyi sevmen, malı sevmen gibidir. Çünkü kalpleri elde etmek, malları elde etmek gibi meşrû hedeflerin vesilesidir. Bu ikisinin arasında fark yoktur.

____________________-

66)Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
67)Hâkim, Müstedrek
68)Müslim
69)Müslim, Buhârî
70)Müslim, Buhârî
71)Taberânî