TESETTÜRÜN, KADIN HAKLARI ÇERÇEVESİNE İNDİRİLMESİ

TESETTÜRÜN, KADIN HAKLARI ÇERÇEVESİNE İNDİRİLMESİ

Başörtüsünün yasaklanması nihayet "en olgun" meyvelerini vermeye başladı. Bundan on yıl önce başörtüsünün kadın hakları çerçevesinde değerlendirileceği söylenseydi ihtimal söyleyenin payına müshehzi bir bakış düşer ve kimse tarafından ciddiye alınmazdı. 90'lı yıllardan itibaren tek tük seslendirilmeye başlanan ve başlangıç olarak daha ziyade Feminist Pazartesi dergisi tarafından ortaya konmuş olan inanç yasaklamasının sadece kadınlara yönelik olduğu "tespiti" geçen zaman içinde Müslüman kadınlar ve hatta erkekler tarafından içselleştirilmiş bir boyuta taşınmış oldu.

8 Mart 1999 kutlamaları sayesinde gazetelere atılan manşetlerden televizyonlara verilen demeçlere kadar ortak nokta başörtü yasağının "kadın hakları" düzeyine indirilmesinin belirginleşmesi olarak kendini gösterdi. İndirilmesi ifadesini özellikle kullandığımı belirtmeliyim. Çünkü 1990'lı yılların ortalarına kadar tesettür Müslüman kadının kendini iyi kul olarak ifade etmesi olarak metafizik-ontolojik bir duruşu temsil etmekteydi. Bugün ne değişti? Tesettüre riayet eden kadınlar inanç olarak aynı yerde değiller mi? Fert olarak tesettürlü kadınlar aynı yerde olsalar bile toplumsal boyutta başörtüsünü müdafaa edenlerin etkili dil oluşturmak adına yanlış siyasetler ortaya koydukları aşikar.

Başörtü yasaklarının gittikçe artan dozda kadın hakları çerçevesinde ele alınmaya başlanmasında, 8 Mart Kadınlar Günü kutlamasına Müslümanlar'ın sahip çıkmasının önemli bir rolü var. Dünya Kadınlar Günü ilk defa Sosyalist Enternasyonel'e paralel olarak toplanmış olan Kadın Enternasyoneli'nin 2. kongresinde 1910 yılında Kopenhag'da ilan edilmiştir. Birleşmiş Milletler'in Dünya Kadınlar Günü ilan ediş tarihi ise 1975. Kutlamaların Türkiye'de kabul görmeye başlaması 1980 sonrasına ait. 1980'li yıllardan 1995 yılına gelinceye kadar Müslüman kadınların gündeminde 8 Mart kutlamaları yok. Var olan kutlamalar da daha ziyade alternatif toplantılar olarak Hz. Fatıma'yı Anma Etkinlikleri içinde kalmaktaydı. Peki ne oldu da 1995'ten itibaren "Dünya Kadınlar Günü'ne" Müslümanlar sahip çıkmaya başladı?

1994 seçimlerinde Refah Partili belediyelerin iş başına gelmesi sürecinde Refah Partili kadınların geceli gündüzlü çalışmaları herkesçe bilinen bir vaka. Bunu burada bir kez daha tekrarlama zarureti, kadınlar komisyonunun çalışmalarının feminist kadınlar tarafından "kullanılma" olarak değerlendirilmesini bertaraf etmek üzere; Refahlı belediyelerin her türlü "kadın etkinlerini", arka planını araştırmadan sahip çıkmaları anlayışını, izah etmeye yönelik.

Dünya Kadınlar Günü'nü ilk defa sokaktaki kadınlara karanfiller dağıtarak kutlama Refah Partisi'nin Beyoğlu Belediyesi'ne ait. Muhalif duruş ve eleştirel tutum Müslümanlar'ın kendi aralarında yaygın bir davranış olmadığı; kırılan kolu yen içinde muhafaza etme çabası çok yaygın olduğu için, nevzuhur davranışların mahiyeti ve istikameti tartışılmadan kabul edilmiş olmaktadır. Partiye oy veren kitle "benim partim" yaptığına göre iyidir anlayışını her şart ve ahvalde sürdürmektedir.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamanın Kur'an-ı Kerim'in insan tasavvuruna ters düştüğünü günü kurtarma aceleciliği içinde ne yazık ki eli kalem tutan pekçok insan farkedemiyor. 8 Mart'a kraldan daha fazla kralcı bir anlayış ile sahip çıkılırken yıllardır ifade edilen "Müslüman kadınlar ve Müslüman erkekler Allah katında eşittir" anlayışından (Ki bu ifade Kur'an-ı Kerime'e dayanmaktadır), Müslüman erkekler ile Müslüman kadınların rejim karşısında eşitlenmesi uğruna vazgeçilmiş olmaktadır.

8 Mart 1999'da Müslüman erkekler, başörtüsü için özgürlüğü savunmak adına "kadının özgürleşmesi"ni ve hatta sonuna kadar özgürleşmesini "isteyen" yazılar kaleme aldılar. Yazıları kaleme alanların, gazetelere manşet atanların erkekler olması da ayrı bir paradoksal tavır koydu ortaya. Kadının özgürleşmesi kavramını günü kurtarma aceleciliği içinde, 60'lı yılların cinsel devriminden ödünç almış olduklarını farketmediler bile.

1970'li yıllarda kadın sadece "İslam'da kadın" tanımlaması içinde ele alındı ve gündelik hayattaki bütün rollerinden arındırılarak İslam'ın kadınlara ne büyük "haklar" verdiği ispata çalışıldı. Çocuğuna süt vermek, evinin işini bile yapmak zorunda olmayacak kadar "haklarla" kuşatılmış kadınlardan beklenen sadece iyi eş olmaktı. "İyi eş olmayı" her aile kendi şartları açısından değerlendirmeye çalışsa da bir yandan enflasyonist baskılar diğer yandan üniversite mezunu kadınların "hizmet" verme gayreti ev içi alanı temsil eden "iyi eş" idealini bertaraf etti. Artık eğitimli kadınlar kamusal alana çıkmalı, öğretmenler olarak öğrenci yetiştirmeli, doktor ve eczacı olarak yıllardır dışlanmış olan Müslüman kadınların en yakını olmalıydılar.

Tesettürlü üniversite öğrencileri bu ideallarle kendilerine istikbal belirlemeye çalışırken; kadın ve çalışma hayatından bahsetmek -sanki asırlardır köyde kasabada çalışan kadın yokmuşcasına- küfre yakın bir anlayış savunuluyormuş gibi değerlendirildi. Tartışılması, ilkesi konulması gereken şehirdeki kadının çalışma hayatındaki yeri olacakken bu konuları düşünenler değil hiç düşünmeyenler daha "takvalı" oldu.

Başörtü yasağını, kadın hakları çerçevesinde değerlendiren anlayışın ayak izlerinde yukardaki süreç sözkonusu. Başörtü yasağını "kadın hakları" çerçevesinde savunmayı ve kabul ettirmeyi düşünenlerin gözünde başörtüsünün kendisi de dinî değil siyasî bir mahiyet taşıyor olmalı. Din ile siyasetin birbirinden çoktan ayrıldığı dönemleri yaşıyor olduğumuza göre, tesettür anlayışında gelinen noktada müdafaa edilmeye çalışılan durumun sahiden Müslüman kadınların metafizik duruşu olup olmadığı konusunda ciddi endişeler taşıdığımı belirtmek zorunluluğu ile bitiriyorum bu yazıyı.

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu


Konular