38.Hasımlar ve Hakların İadesi

Mizan'ın dehşet ve tehlikesini, gözlerin terazinin diline dikildiğini anladın.
Kimin tartıları ağır gelirse o hoş bir hayat içindedir. Kimin tartıları hafif gelirse, artık onun anası (bağrına atılacağı) Hâviye'dir. Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin? O kızgın bir ateştir. (Kâria/6-11)

Terazinin tehlikesinden, ancak dünyada nefsini hesaba çeken, şeriatın mizanıyla amellerini ve sözlerini, tartan bir kimse kurtulur. Nitekim Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Hesaba çekilmeden önce, nefsinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce amellerinizi tartın!'

Kişinin nefsini hesaba çekmesi; ölmeden önce kesin bir tevbe ile her günahtan tevbe etmesi, Allah'ın farzlarında yapmış olduğu kusuru telafi etmesi, zulmen almış olduğu malları geri vermesi, diliyle, eliyle ve kalben kötü zanda bulunmasıyla kime taarruz etmişse, helâl ettirmesi, kalplerini hoşnut etmesi demektir ki üzerinde bir zulüm ve farz kalmadığı halde ölsün! İşte bu kimse hesapsız cennete girer.

Eğer sahiplerine haklarını vermeden önce ölürse, hasımlar etrafını çepeçevre sarıp kimi elinden tutar, kimi saçından, kimi yakasından. Biri 'Bana zulmettin', öbürü 'Benimle alay ettin', bir başkası 'Hoşuma gitmeyen birşey ile aleyhimde konuştun', başka biri de Benimle komşuluk yaptın, komşuluğumu istismar ettin', bir diğeri 'Benimle iş yaptın, beni kandırdın', öbürü 'Benimle alış veriş yaparak beni kandırdın. Sattığın malın ayıbını bana söylemedin', başka biri 'Bana sattığın malın fiyatında yalan söyledin', öbürü 'Beni muhtaç olarak gördün de, zengin olduğun halde bana yedirmedin', beriki 'Beni mazlum olarak gördün. Zulmü benden defetmeye kudretin olduğu halde zâlime yağcılık edip hakkıma riayet etmedin' der.

Sen bu durumda iken bir de bakarsın hasımlar tırnaklarını sana batırmışlar, ellerini de yakana yerleştirmişler, sen de onların çokluğundan şaşakalmışsın. Öyle ki hayatında kendisiyle bir dirhemlik alış veriş yaptığın veya bir mecliste kendisiyle oturduğun tek kişi kalmaz ki gıybetini yapmak, ihanet etmek ve hakaret gözüyle bakmak suretiyle onun hakkı sana geçmemiş olsun. Sen ise onlarla mücadele etmekten zayıf düşmüş bir durumdasındır. Bütün ümidin, tek dayanağın olan Allah'a boynunu uzatıp seni onların elinden kurtarmasını dilersin. İşte tam o sırada kulağına Allah Teâtâ'nın (c.c) sesi gelir:
Bugün her can, kazandığı ile cezalandırılır. Bugün zulüm yoktur. Allah hesabı çabuk görendir.
(Mü'min/17)

İşte o anda kalbin heybetten çatlar. Helâk olacağını kesinlikle anlar, Allah Teâlâ'nın peygamberinin. seni korkuttuğu noktaları hatırlarsın.

Zâlimlerin yaptığından Allah'ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne erteliyor. O gün başlarını dikerek koşacaklar. Gözleri kendilerine bile dönüp bakmayacak. Kalplerinin içi bomboş havadır. İnsanları, kendilerine azabın geleceği şu günden uyar! (İbrahim/42-44)

İnsanların haysiyetlerini pay u mâl etmek ve mallarını yemekle, bugün dünyada sevincin çok fazladır. Fakat o günde adalet yaygısı üzerinde huzurda durduğunda, siyaset hitabıyla şifahen seninle konuştuğunda, müflis, fakir, aciz, kıymetsiz, hiçbir hakkı reddetmeye gücü yetmez veya özür belirtmeye takati olmayan bir kimsesin! O günde senin üzüntün çok şiddetli olacaktır. İşte o zaman hayatın boyunca zorluklara katlanarak elde ettiğin sevapların senden alınır, hasımlarına verilir.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Bilir misiniz müflis kimdir?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim ıstılahımızda müflis ne dinarı, ne dirhemi ve ne de malı kalmamış kimsedir.
- Benim ümmetimden müflis olan o kimsedir ki kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla Allah'ın huzuruna gelir de şu adama küfür, öbür adama iftira etmiş, berikinin malını yemiş, öbürünün kanını akıtmış, diğerine vurmuştur. Bu bakımdan sevaplarından alınır şuna buna verilir. Böylece sevapları tükenir. Fakat hâlâ üzerindeki haklar tamamen ödenmiş değildir. Bu sefer hak sahiplerinin günahlarından
alınır, onun üzerine yüklendikten sonra cehenneme atılır.210

Bu bakımdan böyle bir günde (mâsiyetine veya) musibetine dikkatle bak! Zirâ riyanın âfetlerinden, şeytanın hilelerinden sağlam kalan hiçbir sevabın yoktur! Eğer uzun bir müddette bir tek sevabın bunlardan sağlam kalırsa, onu da hasımların çarçabuk elinden alırlar. Gündüzün orucuna, gecenin ibadetine devam ettiğin halde, nefsini hesaba çekersen, ömründen giden her günde müslüman-lar hakkında gıybet ettiğini ve bunun da bütün sevaplarını yok ettiğini anlarsın. Bir de işlediğin diğer günahları düşün. Haram ve şüphelilerden yemek, ibadetlerde kusur yapmak gibi! Acaba boynuzsuz hayvanın hakkının boynuzlu hayvandan alınacağı bir günde zulümle aldıklarının cezasından kurtulmayı nasıl ümit edersin?

Ebû Zer, Hz, Peygamberin toslaşan iki koçu görünce şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Ey Ebû Zer! Biliyor musun bunlar neyin hakkında toslaşıyorlar?
- Hayır!
- Fakat Allah Teâlâ bilir ve kıyamet gününde bunların arasında hükmeder.211

Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. (En'ârn/38)

Ebû Hüreyre (r.a) bu ayetin tefsirinde demiştir ki: "Bütün mahlûklar, kıyamet gününde haşrolunur. Allah'ın adaleti boynuzlu koçtan boynuzsuzun intikamını alır. Sonra ona 'Toprak ol!' emrini verir! İşte o zaman, kâfirin 'keşke ben toprak olaydım' dediği zamandır".

Ey miskin! Amel sahifenin, uzun zahmetler çektiğin halde sevaplardan boş olduğunu gördüğün bir günde halin ne olacaktır? O gün Benim sevaplarım nerede?' dersin. Sana 'Hasımlarının sahi-felerine nakledildiler!' cevabı verilir. Defterini, işlememek için sabrettiğin günahlarla dolu görürsün ve 'Yârab! Bunlar asla işlemediğim günahlardır (nerden geliyorlar?)' dersin. Buna karşılık sana denilir ki: 'Dünyada gıybetlerini yaptığın, küfrettiğin, kendilerine kötülükle kasdettiğin, alışverişte, komşulukta, konuşmakta, münazarada, müzakerede, okumakta ve diğer şeylerde aleyhlerinde bulunduğun kimselerin günahlarıdır'.

İbn Mes'ud, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Şeytan, Arap yarımadasında putperestlikten ümidini kesip küçük günahlara razı oldu. O küçük günahlar yok edicidirler. Bu bakımdan gücünüz yettiği kadar zulümden sakının. Çünkü kul, kıyamet gününde dağlar kadar ibadetlerle Allah'ın huzuruna gelir. Zanneder ki bu ibadetler onu kurtaracaktır. Bu durumda bir kul gelir der ki: 'Yârab! Falan adam bana zulüm yaptı.Bunun üzerine Allah Teâlâ '(Ey melek) onun sevaplarından sil!' der. Böylece durmadan onun sevaplarından silinir. Öyle ki sevaplarından birşey kalmaz. Bunun misali, bir sahraya inen misafirlerin misâ-line benzer ki onların yanında yakacak odun yoktur. Odun toplamak için her biri bir tarafa dağılır. Az bir zaman sonra ateşlerini büyütürler ve istediklerini yaparlar. İşte günahlar da böyledir.212
(Ey Rasûlüm!) Sen de öleceksin ve onlar da ölecekler. Sonra siz kıyamet günü rabbinizin divanında davalaşacaksınız. (Zümer/30-31)

Bu ayet indiğinde Zübeyr b. Avvam 'Acaba dünyada aramızda olan hâdiseler günahların özellikleriyle beraber tekrar edilecek mi? diye sordu. Hz. Peygamber 'Evet! Siz her hak sahibinin hakkını ödeyinceye kadar tekrar edilecektir' dedi. Zübeyr 'Allah'a yemin olsun, iş çok şiddetlidir' dedi.213

Zerre kadar dahi müsamaha edilmeyen gün ne şiddetlidir? O günde bir yumruktan dahi vazgeçilmez. Söylenilen bir kelimeden, mazlum için zâlimden intikam alınıncaya kadar vazgeçilmez.

Enes Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah Teâlâ kullarını çıplak, beti benzi uçuk ve beraberlerinde hiçbirşey olmadığı halde haşreder,
Hz. Peygamber'e hadîsin metninde geçen 'Bühmen' kelimesini sorduk. Dedi ki: Beraberlerinde birşey yoktur. Sonra Allah Teâlâ öyle bir sesle çağırır ki yakın olan bir kimse işittiği gibi, uzak olan da işitir: Pâdişah benim! Şiddetle ceza veren benim! Bir şamar dahi olsa, cennet ehlinden bir kimseden cehennemlik bir kimsenin hakkı alınıncaya kadar cennete giremez. Cehennemliklerden bir kimsenin boynunda cennetliklerden birinin hakkı olduğu zaman cehenneme girmesi uygun olmaz tâ ki ondan o intikam alınıncaya kadar!
-Bu nasıl olur? Biz çıplak, betimiz ve benzimiz uçuk ve beraberimizde hiçbir şey olmadığı hâlde Allah'ın huzuruna geliriz!
-
Sevaplar alınır, günahlar yüklenilir. Bu bakımdan ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun! Kulların mallarını almak, ırzlarına taarruz etmek, kalplerini daraltmak, aranızdaki ilişkilerde zulmetmekten sakının; zira kul ile Allah arasında bir özellik vardır. Bu bakımdan ona affetmek daha sür'atle varır. Kül birçok zulüm yapmış fakat onlardan tevbe etmişse, zulme uğrayanlardan helâllik istemek veya ettirmek imkânsız ise, bâri kısas günü için fazlasıyla sevaplar işlesin. Sevaplarının bir kısmını gizlice, ihlâs ile işleyip Allah'tan başkasını muttali etmesin. Bu durumun onu Allah'a yaklaştırması umulur. Böylece Allah'ın, kulların zulümlerini kendilerinden defetmesi için dostlarına sakladığı lütfuna nâil olur.
Enes şöyle rivayet eder: Bir ara Hz. Peygamber'! oturmuş ön dişleri görünecek şekilde güldüğünü gördük. Hz. Ömer sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Annem ve babam sana feda olsun! Seni güldüren nedir?
- Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi Allah'ın huzurunda durup biri şöyle der: 'Yârab! Benim bu kardeşimin bana yaptığı zulmün intikamını al!' Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Kardeşine yapmış olduğun zulmü öde!' der. O da 'Yârab! Sevablarımdan birşey kalmadı ki!' der. Allah Teâlâ hak sahibine der ki: 'Sen ne yapacaksın? Baksana onun sevabından birşey kalmamış'. Hak sahibi 'Yârab! Günahlarımdan yüklensin!' der.
Bunun üzerine Hz. Peygamber'in gözleri yaşla doldu ve şöyle dedi:
Muhakkak ki o gün, tehlikesi Süyük bir gündür. O öyle bir gündür ki insanlar, kendi günahlarının başkası tarafından taşınmasına muhtaç olurlar.

Bu manzara karşısında Allah-u Teâlâ, hak sahibine 'Başını kaldır cennetlere bak!' buyurur. Bunun üzerine hak sahibi başını kaldırır ve der ki:
- Yârab! Gümüşten yapılmış şehirler, incilerle süslenmiş altından yapılmış yüksek binalar ve köşkler görüyorum. Acaba bunlar hangi peygamberindir veya hangi sıddîkındır veya hangi şehidindir?
- Kim onun bedelini verirse onundur!
- Onun bedeli iledir?
- Müslüman kardeşini affetmendir!
- Yârab! Ben onu affettim.
- Kardeşinin elinden tut, onu da cennete götür!
Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
Ey ashabım! Allah'tan korkun! Aranızdaki ihtilâfları ıslah edin! Muhakkak ki Allah mü'minlerin arasını ıslah eder.214

Bu hadîs, şu noktaya dikkati çekiyor: Bu mertebeye ancak Allah'ın ahlakıyla ahlâklanma sayesinde varılır, ö da insanların arasını bulmak ve diğer güzel ahlâklardır.

O halde, şimdi kendi nefsin hakkında düşün! Eğer sahifen kul haklarından boşsa veya hak sahibi sana lütûfta bulunup seni affederse, ebedî saadete kavuşursan acaba sırtına rıza hilâtı giydirildiği, şekavet olmayan bir saadete vardığın, etrafında yok olmayan nimetlerle nimetlendiğin halde hüküm yerinden ayrılırken sevincin nasıl olur? O zaman kalbin sevinçten uçar. Yüzün bembe-yaz olup, nûrlanır. Ayın ondördüncü gecesindeki dolunay gibi parlar. Bu bakımdan başını kaldırıp, sırtın günahlardan boş olduğu halde mahlûklar arasında sallana sallana gezmeni, kavuştuğun nimetlere ve haline bakarak içinde olduğun duruma gıpta ettiklerini, meleklerin önünde ve arkanda yürüyerek, şahidlerin gözü önünde '(İşte bu) falan oğlu falandır. Allah ondan razı oldu ve onu razı etti. Peşinde hiçbir zaman şekavet olmayan bir saadetle saadetlendi' diye bağırdıklarını gözünün önüne getir! Acaba kıyamette sana verilen bu makam, dünyada riyakârlığın, yağcılığın, zahirî süsün ve yapmacık hareketlerin ile halkın kalbinde olan mertebenden daha büyük değil midir? Eğer ahiret mer-tebesinin bu mertebeden daha hayırlı olduğuna, aralarında benzerlik bile bulunmadığına inanıyorsan katıksız bir ihlâs ile ahire-tin o mertebesini elde etmeye çalış. Allah'a karşı plan muamelende doğru bir niyet ile hareket et! Zirâ bu nimetler ancak katıksız ihlâs ve doğru niyetle elde edilir!

Eğer ikinci şık olursa ki ondan Allah'a sığınırız yani sahifende basit zannettiğin, esasında tehlikeli olan bir günah çıkarsa Allah da ondan dolayı sana buğzederek 'Ey kötü kul! Benim lânetim senin üzerine olsun. Yaptığın ibadeti kabul etmeyeceğim' dese, bu ses kulağına gelir gelmez, yüzün simsiyah kesilir. Sonra melek-ler de Allah'ın gazabı için sana öfkelenerek 'Bizim ve bütün mahlûkların lâneti senin üzerine olsun!' derler. O arada zebaniler sana doğru gelirler. Bütün katılıkları, korkunçlukları ve dehşetli gö
rünüşleriyle sana çullanır, perçeminden tutar, serd yüzüstü halkın gözü önünde yerlerde sürürler. Halk yüzünün siyahlığına, rezaletine bakarlar. Sen de azap ve helâkini isteyip durursun. Onlar ise 'Bugün, değil bir helâk ve azap, birçok helâk ve azabı çağır!' derler. Melekler 'Şu falanoğlu falandır! Allah onun rezaletlerini keşfetmiş, günahlarından ötürü ona lânet etmiştir. Bu bakımdan öyle bir şekavete düşmüştür ki o şekavetten sonra hiçbir zaman saîd olamaz!' diye bağırırlar.

Bu durum, çoğu kez kullardan gizli olarak işlemiş olduğun bir günahtan ötürü veya kulların kalbinde yer etmek maksadıyla yaptığın ya da onlar nezdinde rezil olmaktan korktuğun için işlediğin bir günahtan ötürü olur. Bu bakımdan senin cehaletin ne kadar da büyüktür! Zirâ geçici dünyada Allah'ın kullarından küçük bir grubun nezdinde rezil olmaktan sakınırsın da o kocaman mahşer halkının içinde sonsuz rezaletten korkmazsın. O rezalete, Allah Teâlâ'nm öfkesi, elem verici azabı, zebaniler eliyle cehenneme sürülmek de eklenir.

İşte buraya kadar tasvirine çalıştığımız durumlar, senin durumlarındır. Oysa sen hâlâ en büyük tehlikeyi sezmemektesin. O tehlike, sırat (köprü) tehlikesidir.





210) İmam Ahmed ve Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den)
211) İmam Ahmed
212) İmam Ahmed, Beyhakî
213) İmam Ahmed
214) İbn Ebî Dünya, Hâkim