43.Cennet ve Çeşitli Nimetleri

Üzüntü ve gamları bilinen o cehennem yurdundan başka bir yurt vardır. Bu ikinci yurdun nimetlerini ve sevincini düşün; zirâ onların birinden uzaklaşan, şüphesiz diğerine yerleşir. Cehennemin dehşetlerini uzunca düşünmek suretiyle kalbinde körkuyu, cennetliklere va'dedilen daimî nimet hakkında uzunca düşünmek sureliyle de ümidi kazanmaya çalış. Nefsini korkunun kamçısıyla sürüp ümidin yularıyla dosdoğru yola çek! Bunun vasıtasıyla büyük mülke nâil olur, elem verici azaptan selim kalırsın!

Cennet ehli ve yüzlerindeki nimet parıltıları hakkında düşün. Onlara miskle mühürlenmiş cennet şarabı içirilir. Kırmızı yakuttan yapılmış minberler üzerinde, beyaz incilerden yapılmış çadırlar içinde otururlar. O çadırlarda yeşil ve nâdide halılar serilidir. Onlar cennet şarabı ile bal akan nehirler etrafında kurulan tahtlar üzerine yaslanmışlar, etrafları hizmetçilerle kaplıdır. Güzel, ela gözlü hurilerle o cennetler süslenmiştir. Sanki o huriler yakut ve mercan gibidirler. Kocalarından önce onlara ne insan, ne de cin dokunmamıştır. O huriler cennetlerde yürürler. Onlardan biri yürüdüğünde yerlerde sürünen eteklerini yetmiş bin vildan omuzlar. O koltukların üzerinde öyle güzel beyaz ipekliler vardır ki berraklığından gözler kamaşır. İnci ve mercan ile süslenmiş taçlar giyerler. Nazlı cilveli, güzel kokulu, ihtiyarlıktan ve hastalıktan emindirler. Sadece çadırlarında otururlar. Yakuttan yapılmış köşklerde dururlar. Kocalarından başkasına bakmazlar. Ela gözlüdürler. Sonra cennet ehli ile o huriler arasında içenler için lezzet verici bembeyaz bir şerbet gezdirilir. Onlara hizmetçiler, vildanlar hizmet ederler. Her türlü kirlerden korunmuş, inciler gibi hizmetçiler! Bütün bunları yaptıklarının karşılığı olarak emin bir yerde, bahçeler, çeşmeler ve nehirler arasında, kudret sahibi bir sultanın katında, dosdoğru bir makamda oldukları halde görürler. Onlar o makamda kerîm olan sultanın cemâline bakarlar. Onların yüzlerinde nimetin nuru parlamaktadır. Onlara ne bir toz, ne de bir zillet isabet eder, onlar şerefli kullardır. Rablerinden gelen çeşitli hediyeler alırlar. Onlar nefislerinin çektiği nimetler içerisinde ebedîdirler. O cennette ne korkar, ne de üzülürler. Onlar felâketlerin gelmesinden emindirler. Onlar o cennette nimetlenir, yemeklerinden yer, nehirlerinden su, cennet şarabı ve bal içerler. O nehirlerin tabanları altından, kumları mercandandır. Onun tabanında kum yerine halis misk vardır. Onun etrafındaki bitkiler za'feran'dır. Kâfur tümsekleri üzerinde oldukları halde nesrin suyu ile dolu bulutlardan yağmurlanırlar! Onlara testiler verilir. Ama ne testiler! Gümüşten yapılmış, dürr, yakut ve mercan ile işlenmiş testiler. Bir testi ki onda mühürlü rahik bulunur. O rahik tatlı selsebil ile karışıktır. Bir testi ki cevherinin berraklığından parlar. Cennet şarabının rikkat ve kırmızlığı onun içinde görülür. Onu bir insan yapmamış ki tesviyesinde kusur etsin. Sanatının güzelliğinde eksik bulunsun. O testi öyle bir hizmetçinin elindedir ki o hizmetçinin yüzünün ziyası, parlayan güneşi andırır. Fakat güneşte o suretin halaveti gibi bir halâvet nerede vardır? O yanakların güzelliği, o gözlerin melâhat! nerede? Hayret o kimseye ki sıfatları bu olan birrda inanıyor ve bu yurdun ehlinin ölmeyeceğine ve bu yurda inenlere felâketlerin dokunmayacağına inanıyor da buna rağmen Allah Teâlâ'nın harâb olmasına izin verdiği bir yurda önem veriyor, bu nimetlerin altında olan bir maişet boşuna gidiyor, Allah'a yemin ederim, eğer o cennette ölümden, açlık, susuzluk ve benzer şeylerden emin olmakla beraber bedenlerin selametlerinden başka birşey olmasaydı, bu da dünyayı terketmek için yeterli bir sebep sayılırdı ve geçici bir yurda tercih edilirdi. Cennet, dünyaya nasıl tercih edilmez. Oysa onun ehli emin olan padişahlardır. Sevincin çeşitleri içerisinde nimetlenirler. Onlar ne isterlerse, kendilerine verilir. Hergün arşın sahasında hazır bulunurlar. Allah Teâlâ'nın kerîm yüzüne bakarlar. Allah'a bakmak vasıtasıyla, cennetin diğer nimetlerinde bulunmayan nimetlere mazhar olurlar. Onlar daima nimetlerin çeşitleri arasında yüzerler. Onlar nimetlerin zevalinden .emindirler.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Bir tellâl şöyle bağırır: Ey cennet ehli! Size, sıhhate kavuşup ebediyyen hasta olmak yoktur, hayata kavuşup ebediyyen ölmemek vardır. Muhakkak ki sizin için gençleşip ebediyyen ihtiyarlamak yoktur, nimetlenme ve ebediyyen rahatlık vardır, İşte bu durum, şu ayetin mânâsıdır: "Göğüslerinden kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akmaktadır. 'Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun, Allah bizi getirmeseydi, biz bunu bulamazdık! Rabbimsin peygamberleri gerçeği getirmişler' dediler.

Onlara 'İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık o size miras verildi' diye seslenildi". (A'râf/43)

Ne zaman cennetin sıfatını bilmek istersen, Kur'ân oku! Allah'ın açıklamasından daha ikna edici açıklama yoktur!
Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var. (Rahmân/46)

Bu ayetten Rahmân sûresini sonuna kadar oku! Vakıa ve bun-lardan başka sûreleri oku! Eğer cennet sıfatının tafsilatını hadîslerden öğrenmek istiyorsan, özetine muttali olduktan sonra tafsilatını düşün! Önce cennetlerin adedini düşün!

Hz. Peygamber (s.a) 'Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var!' (Rahmân/46) ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur:
İki cennet vardır ki kapları ve içinde bulunan her şey altından yapılmıştır. İki cennet de vardır ki kapları ve içinde bulunan her şey gümüşten yapılmıştır. Cennet ehli ile rableri arasında sadece Adn cennetinde rablerinin yüzündeki kibriya ridası vardır.264

Sonra cennetin kapılarına bak! Onlar da ibadetlerin esasları nisbetinde çokturlar. Nitekim cehennem kapılarının da günahların temelleri adedince olduğu gibi!

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kim Allah yolunda, malından bir çift infak ederse, cennetin bütün kapılarından çağrılır. Cennetin sekiz kapısı vardır. Kim namaz ehlinden ise namaz kapısından çağrılır. Kim oruç ehlinden ise, oruç kapısından, sadaka ehlinden ise sadaka kapısından çağrılır. Cihad ehlinden olan bir kimse de cihad kapısından çağırılır.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir 'Yemin olsun, bir kimse, hangi kapıdan çağrılırsa, kurtulur. Acaba bütün kapılardan çağrılan bir kimse var mıdır?' diye sordu. Hz. Peygamber 'Evet! Senin onlardan olacağını umarım' dedi.265

Asım b. Zümre, Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyor: Hz. Ali (r.a) ateşten bahsetti. Onun dehşetini öyle korkunç bir şekilde anlattı ki şimdi onun anlattıklarını hatırlamıyorum. Sonra şu ayeti okudu:
Rablerinin (azabından) korunanlar da bölük bölük cennete sevkedildiler. (Zümer/73)

Onlar cennet kapılarından birine vardıklarında orada bir ağaç görürler ki onun kökünden akan iki çeşme fışkırır. O çeşmelerin birine varıp ondan içerler. İçlerinde bulunan sıkıntı sökülüp atılır. Sonra ikinci çeşmeye varırlar. Onunla temizlenirler. Sonra onlara berrak nimetler verilir. Bundan sonra tüyleri bile bozulmaz. Başları kirlenmez. Sanki yağ ile yağlanmışlardır. Sonra cennete varırlar. Cennetin bekçileri onlara 'Selam size olsun! Ne mutlu size! Ebedî kalıcılar olarak cennete giriniz!' derler. Sonra cennetin vildanları onları karşılar. Onların etraflarında dünya yurdunun çocuklarının, seferden gelen dostlarının etrafında tepişip oynadıkları gibi oynarlar. Onlara 'Sevinin! Allah size şu kadar nimet hazırlamıştır' derler.

Râvî der ki: O vildanlardan bir çocuk, onun ela gözlü hurilerden olan hanımlarının bazısına koşarak o kocanın dünyada çağrıldığı ismini anarak Talan adam geldi' diye müjde verir. O zevce de müjdeciye 'Gözünle gördün mü?' diye sorar. Müjdeci 'Gördüm ve arkamdan geliyor!' der. Sevinç o huriyi o kadar hafifletir ki cennet kapısının eşiğine varıp kocasını karşılar. O kimse konağına vardığında, konağın temellerine baktığında inciden taşlarla tutturulmuş, onun üzerinde kırmızı, yeşil ve sıra renklerden meydana gelen bir köşk inşa edildiğini görür. Sonra başını kaldırıp tavanına baktığında şimşek gibi parlak olduğunu görür. Eğer Allah Teâlâ koruınasa gözü tavanın ışığından kör olur. Sonra zevcelerinin orada olduğunu görür. Dizilmiş bardaklar, dizilmiş yastıklar ve serilmiş döşemeler görür. Sonra yastıklara yaslanır ve
'Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun! Eğer Allah bizi buna hidayet etmeseydi buna hidayet olmazdık!' der.
Sonra bir tellâl şöyle çağırır: 'Ey cennetlikler! Diri kalacaksınız. Ebediyyen ölmeyeceksiniz. Mukim kalacaksınız! Ebediyyen göçmeyeceksiniz. Sıhhatli kalacaksınız. Ebediyyen hastalanmayacaksınız'.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kıyamet gününde cennet kapısına varırım. Kapının açılmasını isterim, Bekçi 'Sen kimsin' diye sorunca, 'Ben Muhammed'im' diye cevap veririm. Bekçi 'Kapıyı senden önce kimseye açmamam emredildi' der.266

Bunlardan sonra şimdi cennetin köşkleri ve cennetteki yükseklik derecelerinin değişikliğini düşün. Çünkü ahiret derece bakımından daha yüksek ve lütuf bakımından daha yücedir. Nasıl ki insanlar arasında görünür ibadetlerde ve ahlâklarda açık bir değişiklik varsa, mükâfat!andırılacakları hususta da açık bir değişiklik vardır. Eğer sen derecelerin en yücesini istiyorsan, çalış ki kimse senin önüne geçmesin! Allah sana ibadet hususunda yarışmayı emir buyurmuştur:

Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği gökle yerin genişliği gibi olup Allah'a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmış bulunan bir cennete koşuşun. (Hadîd/21)

Ki sonu misktir. İşte yarışanlar bunun için yarışsınlar. (Mutaffifîn/26)

Hayret edilecek nokta şudur: Eğer komşuların bir dirhemin fazlalığı veya bir binanın yüksekliği ile senin önüne geçerlerse, bu sana ağır gelir. Göğsün bununla daralır. Hasedden ötürü hayatın bulanır. Hallerin en güzeli cennette istikrar bulmandır. Orada, bütün dünyanın bile denk olamayacağı ibadetlerle önüne geçen kimseler vardır.

Ebû Said el-Hudrî Hz, Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Cennet ehli, üzerlerindeki köşklerde bulunan kimseleri sizin şarkın veya garbın ufkundaki gördüğünüz yıldız gibi uzak görürler. Bu da aralarındaki değişiklik ve farklılıktan ileri gelir.
- Galiba o peygamberlerin mertebeleridir. Peygamberlerdenbaşkası o mertebelere varamaz.
- Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun, iman eden ve peygamberleri tasdik eden kimselerdir onlar!Yüksek derecelerin ehlini, altlarında bulanlar, sizin gök ufuklarından birinde doğan yıldızı gördüğünüz gibi görürler. Ebubekir ve Ömer onlardandır. Hatta mertebece daha büyüktür. 268

Câbir der ki: Hz. Peygamber bizlere 'Size cennet köşklerinden haber vereyim mi?' diye sorunca, ben 'Evet! Ya Rasûlullah! Allah'ın salât ve selâmı senin üzerine olsun! Anne ve babalarımız sana feda olsun! Haber ver!' dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: Cennette, çeşitli cevherlerden yapılmış köşkler vardır. Bu köşklerin içleri dışlarından, dışları da içlerinden görünür. Cennette nimet, lezzet ve sevinçten öylesi vardır ki ne bir göz onu görmüş, ne bir kulak onu işitmiş, ne de bir beşerin kalbine böyle birşey gelmiştir'. Câbir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu köşkler kimler içindir?' dedim. Hz. Peygamber 'Halk uyurken geceleri kalkıp namaz kılan bir kimse içindir' dedi.
- Kimin buna gücü yeter?
- Benim ümmetimin gücü yeter ve sizlere bundan haber vereceğim. Kim kardeşine rastladığında ona selâm verir veya selâmına karşılık verirse, bu kimse selâmı yaymıştır. Kim ehline ve
ailesine doyasıya yemek yedirirse, o yemek yedirmiştir. Kim Ramazan ayında oruç tuttuktan sonra her aydan üç gün oruca devam ederse, o da orucu devam ettirmiştir. Kim yatsı ve sabah namazını cemaatla kılarsa o da halk uykuda olduğu halde namaz kılmıştır.

Hz. Peygamber 'uykuda olan halk' ifadesiyle yahudi, hristiyan ve mecusîleri kastetmiştir.
Adn cennetlerinde güzel konutlara koysun! (Sâf/12)

Hz. Peygamber'e bu ayetin mânâsı sorulduğunda şöyle demiştir:
Onlar inciden yapılmış köşklerdir. Herbir köşkte kırmızı yakuttan yapılmış yetmiş yurt vardır. Her yurdun içinde yeşil zümrütten yapılmış yetmiş ev vardır. Her bir evde bir taht vardır. Her bir tahtın üzerinde çeşitli renkli yetmiş yatak vardır. Her yatağın üzerinde ela gözlü hurilerden bir zevce vardır. Her evde yetmiş sofra vardır. Her sofranın üzerinde yetmiş çeşit yemek vardır. Her evde yetmiş cariye vardır. Mü'min bir kimseye her sabah öyle bir kuvvet verilir ki bütün bunlarla görüşebilir.269





264) Buhârî
265) Buhârî, Müslim, İmam Mâlik, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban
266) Müslim, (Enes'ten)
267) İmam Ahmed, Dârimî
268) Tirmizî, {hasen olarak); İbn Mâce, (Ebû Said'den)
269) Ebû Şeyh, Kitab'ul-Azme