Aşil’in topuğu ve zayıflıklarımız

İnsanların ve milletlerin zayıf noktalarına “Aşil’in topuğu” adı verilir. Ve her insanın, her milletin mutlaka zayıf bir noktası vardır. Mesela:

Evli insanların zayıf noktaları, çocuklarıdır. Behçet Necatigil, “Biz böyle eğilmezdik, çocuklar olmasaydı” dizesini boşuna yazmamıştır.

Dünya malına düşkün olanların zayıf noktaları, mevki makam ve öne çıkma hırsıdır. Hazreti İsa, “İnsanlara ihtiyaç ve mihnet duymak istemiyorsanız, az yiyiniz ve kenardan yürüyünüz” sözünü boşuna söylememiştir.

Kadınların zayıf noktası altındır. Şair, altın madeninin şiirini yazarken, “kadınlardan kimseye sıra gelmeyen” diye boşuna dememiştir.

Ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin Irak meselesindeki zayıf noktası, oradaki PKK varlığıdır.

Bu örnekleri veriyorum ki, mesele daha iyi anlaşılsın. Konumuz, Türk milletinin ve “İslami camia”nın zayıf noktaları...

Türk milletinin zayıf noktası, Batı hayranlığıdır. Başörtüsü sorununda bile Avrupa’daki uygulamaları referans alıyoruz.

Avrupa’yı hiç görmemiş biri bile, bir örnek verecekse, Avrupa’dan örnek verir. Türkiye’nin halini anlatan konuşmaların çoğu, “Avrupa’da böyle mi” tespitiyle başlar veya biter. Bakanlarımız, Türkiye’nin ucuz bir ülke olduğunu ispatlamak için, Avrupa’daki fiyatlarla kıyaslarlar. Ama asgari ücret orada 10’dur, burada 2’dir; bunu hiç söylemezler...

Sadece elbise veya dergi kalıpları değil, fikir kalıpları da Avrupa’dan gelir. “Bak ne güzel konuştu” dediğimiz birçok insan, aslında Avrupalıların ağzından konuşmaktadır. Beğendiğimiz şeyleri “Avrupaî” olarak nitelendiririz. Avrupalılara özenmişsen, “karizma sahibi” olarak görülürsün. Özenmemişsen, köylüsündür. [Örnek: Şenol Güneş, Milli takımımızı Dünya üçüncüsü yapmasına rağmen, köşeleri tutanların gözüne girememiş, karizmatik olmamakla suçlanmıştı. Buna karşılık, Avrupalılar gibi yaşayan, düşünen, konuşan Mustafa Denizli’ye kimse toz kondurmuyor.]

Avrupa’ya karşı olduğunuzu söylerseniz, hemen “gerici” damgası yersiniz. Bu mantığa göre, Fatih de, Kanuni de, Çanakkale’deki Mehmetçik de “gerici”dir. Çünkü Avrupa’ya karşı olmuşlar, durmuşlardır.

Sonuç olarak; Avrupa’ya baka baka, kendimize bakmayı unuttuk. Dolayısıyla, kendimizi ve kim olduğunuzu unuttuk.

“İslami camia” olarak tanımlanan topluluğun zayıf noktası ise, ‘alternatif’ [muadil] oluşturma hastalığıdır: Mayoya karşılık, Haşema... Pop müziğine karşılık, yeşil pop... Bankalara karşılık, finans kurumları... Sinemaya karşılık, irfanî sinema... Açık saçık defilelere karşılık, tesettür defilesi. Edebi romanlara karşılık, hidayet romanları... [Liste o kadar uzun ki!]

Dolayısıyla, yeni, orijinal bir iş yapmış olmuyor; sadece taklit etmiş, çoğaltmış, kopyalamış, tekrarlamış oluyoruz. Papağan gibi. [“Taklitçi zihniyet” sözü, maalesef bizler için de geçerli.]

“Zayıf noktalarımızdan kurtulmak için şunları şunları yapmalıyız” türünden nasihat edecek, elinize reçete verecek değilim.

Bu yaşına kadar denize girmemiş, yeşil pop dinlememiş, finans kurumuna işi düşmemiş, “bizimkilerin” çevirdiği filimleri seyretmemiş, defile davetiyelerini yırtıp çöpe atmış, hidayet romanlarına yüz vermemiş biri olarak; size ne diyebilirim ki?

Çünkü onlar, “bizi sizler var ettiniz” diyor!

İslam dünyası

”Toplumun ahlak düzeyi düşük. Yalan söylemek doğal karşılanır olmuş. Sefalet ve cehaletin ittifakı insanları harama sevk ediyor. Hırsızlığın her türü profesyonel biçimde yürütülüyor. Her geçen gün parayla insan arasındaki denge biraz bozuluyor. Para değer kazanırken, insan ucuzluyor.

Rüşvetsiz hiçbir iş görülmüyor. Akla gelebilecek her yerde, her konuda rüşvet mutlaka alınıyor.”

Okumuş olduğunuz bu satırlar, Fatih Okumuş’un Kahire Kitabı’ndan alındı. [Fide Yayınları] Fatih Bey, Mısır konusunda uzmanlaşmış, defalarca bu ülkeye gitmiş, gezmiş, insanlarıyla konuşmuş biri.

Sayın Okumuş’un bu tespitleri, sadece Mısır’ı ve Mısırlıları değil, ülkemizi de ilgilendiriyor. Aranızda, bu tespitlerin Türkiye’ye ve Türk insanına uymadığını iddia edebilecek biri var mı? Aynı şeyler, maalesef ülkemiz için de geçerli. Hatta birçok İslam ülkesi için...

Acı ama gerçek. İslam dünyası topkeyün bir çürüme içinde. Ve bu çürümeyi durduracak kişi ve kurumlar, olumsuz yayınlarla ve Batılılara ait kanunlarla etkisiz bırakılmaya çalışılıyor...

İtiraf etmek gerekirse, başarılı da oluyorlar...

Peyami Safa’dan

“Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır. Zaman, insanları değil, armutları olgunlaştırır...”

İbrahim Tenekeci


Konular