YENİ EVLİLERDE EŞYA PROBLEMİ

AYTEN DURMUŞ


Evlenecek gençlerin nerede oturacakları, evlilik kararından önce taraflarca tespit edilmeli ve bilinmelidir.

Meselâ, erkek eğer ailesiyle birlikte oturacaksa bunu baştan söylemelidir. İki taraftan biri, yeni evlilerin kendileriyle aynı evde, aynı apartmanda, yan yana veya üst üste oturmasını istiyorlarsa bunu onlara söylemeliler. Bazı şeylerin, itiraz etmenin durumu değiştirmeyeceği noktalarda söylenerek, oldubittiye getirilmesi doğru olmaz. O anda bir şeylerin hatırına üstü örtülse bile ilk fırsatta dile getirilip, ortaya dökülecektir.



Aile büyükleri, evlenenin kendileri değil çocukları olduğunu unutmayarak, kararları onların almasını sağlamalı, en azından onaylamalarını beklemelidir; büyüklere düşenin bu zor dönemde gençlere yardımcı olmak, kılavuzluk etmek olduğunu unutmamalıdırlar.



Aile büyükleri, yeni evlenenlerin “büyükleri mutlu etmek” gayesiyle evlendikleri zannından vazgeçmelidirler. Onların evliliğinin gayesi de bu değildir zaten...
Gençler, büyüklerini mutlaka sayıp sevecek, ama hayatlarını onlar için yaşamayacaklardır.



Bu sebeplerle bilhassa erkek anne ve babaları, oğullarının “ayrı oturma” talebini, “kendilerinin istenmediği ve sevilmediği” şeklinde yorumlayarak kapris yapıp düğünü ve evliliği çocuklarına zehir etmemelidirler.



Evlenecek erkek, kendi ailesindeki bireylerin kişiliklerini ve mevcut ailesinin şartlarını çok daha iyi bildiğinden, bu konudaki karar sadece ona kalsa bile, kimsenin etkisinde kalmadan doğru olan kararı vermelidir.



Eğer anne ve babası birlikte oturulacak olgunluğa sahip iseler birlikte olmak hepsi için hayatı kolaylaştırır. Eve gelecek gelin daha az yük altına girer ve dünyaya gelecek çocuklar da daha kolay büyütülür.



Anne ve babasından ikisi veya birisi aşırı sinirliyse, eşi, kendi çocukları, hatta kendi kendisiyle bile geçinemiyorsa, evlenecek erkek eşini de bu ortama sokarak huzursuzluğun cenderesinde boğulmalar yaşatmamalıdır.



Ülkemizin bazı yerlerinde eşya ve düğün masrafının çoğunu erkek tarafı bazı yerlerinde kız tarafı yapar. Son dönemlerde aileler daha çok paylaşma yoluna gitmektedirler.



Kız ve erkek çocuklarının aileleri üstlerine düşeni ve güçlerinin yettiğini yapmalıdırlar. Erkek veya kız tarafı, masraf yapmamak için, “Birlikte oturulacak.” diyerek düğünü yapıp, daha iki üç ay geçmeden bir ev kiralayıp yeni evlileri sadece yatak odasından ibaret eşyalarıyla buraya taşıma yolunu tutmamalıdırlar. Bazen ailelerin durumları iyi bile olsa, iki taraf birbirine iddiayla yeni evliler için bir şeyler yapma yoluna gitmeyip, diğer tarafın bir şeyler yapmasını beklerler. Bu, doğru değildir. Bu durum gençlerin hayatın yükü altında ezilmelerine, evlendiklerine bin pişman olmalarına sebep olur. Bu çocuklar, geçinmeye mi çalışsınlar, en zarurî olanından başlayarak eşyalarını mı alsınlar, çocuklarını büyütüp onların masrafını mı karşılamaya çalışsınlar. Güzel ve doğru olan, iki taraf ailenin de çocukları için yapabileceklerini yaparak, onların hayata daha kolay başlamasını sağlamalarıdır. Yani en açık deyişle, ekonomik açıdan destek olmalıdırlar. Aileler dürüst olmalı ve gerçekten ne olacaksa, ileriye yönelik ne düşünülüyorsa ona göre davranmalıdırlar.



Bazı ailelerde ana baba ve yeni evlilerin hep birlikte oturması bir mutluluk vesilesi olduğu gibi, bazı ailelerde de birlikte oturmamak dirlik ve düzen için bir zarurettir. Buna evlenecek olanlar ortak karar vermelidirler.

Evlenecek gençler, evlilik kararını aldıktan sonra, ihtiyaçlarına yetecek genişlikte uygun bir ev temin etmeliler. Ev, gözü ve gönlü sıkmayacak şekilde, malî durum göz önünde bulundurularak tespit edilmelidir.

“Eşi çalışmadığı için yıllardır gündelik temizliğe giden bir kadın—bunu malî durumu ifade için yazdım—kendisi beş çocuğuyla birlikte bir buçuk odadan ibaret küçük bir evde kalmakta idi. Evin dış kapıya açılan ince girişi mutfaktı. Dış kapının arkası aynı zamanda banyo olarak kullanılıyordu. Bu kadının kızı nişanlandı. Bir yıllık nişanlılık döneminden sonra düğün için gün kararlaştırıldı. İki taraf da gereken hazırlığa başladı. Kızın annesi, geniş ve kaloriferli bir evde ısrar ediyordu. Bir sağlık ocağında hizmetli olarak çalışan damadı, durumu defalar kere izah ederek onu bundan vazgeçirmeye çalıştı. Bundan sonrasını kadın şöyle anlatıyor:

“Ne desek, ne istesek problem oldu. Baktım olacak gibi değil, söktüm yastık yorgan yüzlerini, topladım eşyalarını, gönderdim. Çok görgüsüzlermiş, çok! Bizim aldığımız eşyaların da çok borcu var. Mağaza sahiplerine gittim, durumu anlattım; geri almaya yanaşmadılar. Çok borcum var, ne yapacağımı bilmiyorum.”

İnsanın ayakları yere basmalı; ne kendisini ne de karşı tarafı gücünün üstünde şeylerle mükellef tutmamalı.

Uygun bir evde karar kılındıktan sonra, gençler eve eşya alırken de dikkatli olmalılar. Hayatlarının hiçbir dönemini, “El âlem ne der?” endişesiyle tanzim etmemeliler.

El âlemin ağzı torba değil, büzülmez.

Bir şey ihtiyaçsa, kullanılacaksa alınmalı, değilse kaçınılmalıdır. İlk anda alınması çok sıkıntı getirebilecek acil olmayan kimi şeyler zamana yayılmalıdır. Duvar, köşe, vitrin süslemecisi olmaktan, gayesiz eşya kalabalığından şiddetle sakınılmalıdır.
Kristallerle, gümüşlerle, her dokunuşta kırılıp dökülecek yahut çizilecek eşyalarla dolu bir evde, ne ev halkı ne de o eve gelip gidenler rahat edebilir.

Hele, bir de bu çiftin çocukları olduğu zaman kırılan dökülen her şey bir öfke, bir azar, bir tokat olarak çocuğa dönerse... Hâlbuki her evde çocuk, eşyalarla kıyas bile edilemeyecek kadar önemli olmalı ve ev ona göre ayarlanmalıdır.

Ev, kristal sergilenen bir züccaciye dükkânı değil, aile fertlerinin rahatça yaşayacağı, çocukların rahatça oynayıp hareket edebilecekleri mutluluk mekânı olmalıdır. Evlerin, bu gayeye hizmet etmesini sağlayacak şekilde döşenmesine dikkat edilmelidir.
Halime Hanım, oğlu ve gelininden bahsediyordu. İki yıllık evli ve hepsi yeni eşyalara sahip olmalarına rağmen hepsini teker teker değiştiriyorlarmış.

– Neden, dedim.
– Zevklerine uygun değilmiş.
– Ee kendileri beğenip almadılar mı, niye şimdi beğenmiyorlar? İki yılda ne eşyalar eskir, ne de eşya değiştirmek öyle kolay bir hadise.
– Yok, dedi, bazısını biz çok önceden alıp hazırlamıştık; eksikleri de bu iş ortaya çıkınca bizim bey gidip almış, yükleyip getirdi.
– Oğlunuzla gelin kızınıza göstermeden mi?
– Evet canım, ne olacak, altı üstü eşya işte...

Sesimi çıkarmamamdan taraftarı olmadığımı anladı. Evet, “altı üstü eşya işte;” ama sevgili büyükler, ne olur bırakın çocuklarınız ne kullanacaklarına kendileri karar versinler, en azından onlarla ortak karar verin, onlar için onlar yerine bir şeylere karar vererek almak hatasını yapmayın.

Bunun benzeri olaylar pek çok ailede yaşanmaktadır. Kiminde dede, kiminde amca, kiminde baba, tek başına hareket etmekte ve sonuç genelde yukarıda anlattığımız olaydaki gibi olmaktadır. Bu durum “malî kaynağın israfı”dır.

Birkaç aylık evli bir ailede misafirdim. Evin hanımı Esra şöyle anlatıyor:
“Eşimin de benim de ailelerimiz çok varlıklı değiller. Tüm imkânlarını kullanarak bizi okuttular. Eşimle aynı şehirliyiz ve dört yıl aynı sınıfta okuduk. Son sınıfta ailelerimizin oluruyla evlenmeye karar verdik. Düğün tarihi geldiğinde en büyük sorun ortaya çıktı: Para yoktu! Daha önceden nikâhı yapıp tayin istemiştik. Aynı şehre çıktı. Birkaç yıl çalışıp gerekli parayı biriktirmek durumundaydık. Ailelerimize şöyle bir öneri getirdik:

“‘Biz aynı şehirde çalışıp para biriktirene kadar, evlenip eşyalarımızı yavaş yavaş alalım.’

Uygun bulundu. Böylece evlendik. Birer valizle buraya geldik, öğretmenevinde 15 gün kaldıktan sonra yolluklarımız ve ilk maaşlarımızla ev tutup, en zarurî ihtiyaçlarımızı aldık. Hâlâ da yavaş yavaş alıyoruz. Kendimizi sıkmıyor, gerçekten gerekliyse alıyoruz.”

Bu da bir metot.

Var olan her şey insana hizmet için yaratılmıştır. İnsan aptallık ederek, hizmeti için yaratılmış nesnenin hizmetkârı olma durumuna düşmemelidir.

İnsan, hayatın öznesidir.

Bunu unutmayan insanın sahip olduğu her varlık hayırlıdır, hayra sebep olabilir. Yoksa “Buzdolabını kim alacak?”, “Neden yemek odası takımı alınmadı?” diye nice gençlerin evliliğin kapısından döndüklerinin hepimiz şahidiyiz.


Konular