Bütün mutluluk ve saadet imanda ise kafirlerin mutluluğu nerden geliyor?

SUAL: İMANDA büyük saadet, tatlı nimet, büyük bir lezzet ve rahat vardır deniliyor. Halbu ki imanı olmayan kâfirler ve ecnebiler bizden daha saadetli, mutlu ve rahat içinde yaşıyorlar. bu nasıl oluyor. Bu sözde bir tezat yok mu?

ELCEVAP: Saadet ve refah arasındaki farkı anlamadığımız için bize bu söz tezatmış gibi gelebilir. Saadetin manası başka, Refahın manası başkadır. Saadet, mutlu bir şekilde yaşamak manası taşırken, Refah, gelir seviyesi yüksek olarak yaşamak manasındadır. Her refah seviyesi yüksek insan mutlu olmadığı gibi her saadetli ve mutlu olan insanın da refah seviyesi yüksek olmayabilir. Bugün biz inananlar öyle zannediyoruz ki, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine giren ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emareye musahhar ettiren batı insanı teknoloji ve konfor ile koyun koyuna böyle bir hayat tarzıyla saadet ve mutluluk içerisinde yaşıyor. Durum hiçte zahirde göründüğü ve gördüğünüz gibi değildir.

Evet müslüman olmayanlar bu zamanda her ne kadar doğruluk ve çalışmalarının karşılığı olarak refah ve bolluk içerisinde yaşasalar da .Bu refah ve bolluk sadece cismani bir mertebede kalmaktadır.Yani aldıkları lezzeti sadece küçük cismani bir lezzetlerden ibarettir.şehirleri, evleri, sokakları ve hayatları ışıltılı olmasına rağmen, arabaları,malları ,paraları, olmasına rağmen, her gün yeni eğlenceler ve oyunlar icat etmelerine rağmen, kalpleri imansızlık ve inançsızlığın girdaplarında ve prangalarında sıkılıp boğulmaktadır.Bu hayat tarzı onları yine tatmin etmemektedir.Dünyanın en müferrah seviyeye ulaşmış bir çok ülkesine baktığınız zaman görüyoruz ki,bu ülkelerde intiharlar ve psikologlar altın çağını yaşamaktadır..suçların her türlüsü ve boyutuna rastlanmakta.bazen suç işlenme zamanı saniyelere düşmektedir.barlarda ömürler tüketilmekte.uyuşturucu ve alkoliklerin sayısı her gün artmaktadır.

Acaba, hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli manevi musibetlerle musibetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın, cismiyle zahirî bir surette, aldatıcı bir ziynet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? zail, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mes'ut denilebilir mi? Asla.
Ama bugün bizler mutlu ve saadetli yaşamanın şartını onlar gibi olmakta görüyoruz,saadetin şartını bu hayat tarzında olduğuna şartlandırıp çalışıyoruz.Evet milletler teknoloji ve medeniyet ile hayatlarını ışıltılı bir hale getirmişler, maddi olarak bir doyuma ulaşmışlar fakat kalplerinde iman ,akıllarında ahiret ve hayatlarında ibadet olmadığı için kalpleri ve ruhları karanlıklarda kalmış,aile denen kavram yok olmuş,refah ve bollukları manevi hayatlarına hiçbir katkı sağlamamış,böyle bir refah içerisinde asrı saadet gibi bir hayat yaşamaları iktiza ederken; buhranlar ve bunalımlar çağını, cahiliye ve asabiye asrını yaşıyorlar.Yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azap çekiyorlar..Kalbin ve ruhun ızdıraplarına ve illetine karşı buldukları ilâçlar, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakları ve uyutucu hevesat ve fanteziyeleridir.Bu batılı milletler karanlık dehâsıyla, nev-i beşerin gündüzünü geceye kalb etmiş. Yalnız o sıkıntılı, zulümlü ve zulmetli geceye insanlarını ısındırmak için, yalancı, muvakkat lâmbalar tenvir ederek. O lâmbaların yalancı sürurlarını beşerin yüzüne tebessüm ettiriyorlar. Farkında değiller ama belki onların ağlanacak acı hallerindeki eblehâne gülmelerine o lambaların yalancı ışıkları müstehziyâne gülüp eğleniyorlar.

Bu şaşalı ve ihtişamlı ama zelilane milletlerin varlıklı ve ihtişamlı hayatları yanında sönük kalan peygamber efendimizin sıkıntı, meşakket, zahmet ve yoklukların kol gezdiği asrında bu zamandaki gibi ışıltılı şaşalı ihtişamlı bir yaşam tarzı ve bolluk olmadığı halde, fakirlik, kıtlık kol gezdiği halde; böyle bir zaman dilimine asrısaadet denilmiş, bazen günlerce aylarca sıcak yemeklerin pişmediği, hiçbir konfor lüks ve teknolojinin olmadığı evlere ise haneyi saadet ismi verilmişti. Bu saadet asrında ve hanelerinde ışıltılı ve şaşalı bir hayat yoktu ama o asrın ve evlerin insanlarının kalplerinde iman vardı. İmandan gelen saadet lezzet rahatlık vardı. Kalbin halis sürurları, kalbin safi sevinçleri ve tatlı nimetleri vardı. Hayatlarında kuranın ve sünnetin hikmet ve hakikatleri hükmediyordu, her ne kadar refah seviyeleri yükse değildiyse de imanlarının yüksekliğinden gelen mutlulukları vardı. Amentü reçetesi ile darlıklar, sıkıntılar buhranlar, kıtlıklar, yokluklar, hastalıklar ve ayrılıklar tesirini kaybetmişti. İmanla marifetle muhabbetle ruhlar manevi lezzetlere gark olmuştu.

Demek ki Müslüman olmayan milletler ne kadar refah ve bolluk içerisinde yaşasalar da kalplerinde nuru iman olmadığı için dünya onlara matemhaneyi umumi suretine girer. Geçmiş ve gelecek endişe ve kederi onlara manen boğucu ve ezici olur. Mutlulukları yalancı olur. Medeniyetlerinin güzel suretlerinin dışı alıcı görünse de içi yakıcı olur. Hayatları zahiren süslü ve şaşalı görünse de içleri necis ve pis olur.

Ama Müslüman olan milletler her ne kadar yokluk ve fakirlik içerisinde yaşasalar da kalplerindeki nuru iman geçmişi ve geleceği aydınlattığı için endişeleri ve kederleri boğucu ve ezici olmaz. Dünyevi zevkleri hakikî, aldıkları lezzetleri elemsiz, tattıkları sevinçler kedersiz, hayatları ise saadetli olur.

Demek Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki sa¬adet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. (Sözler sh: 150)Yoksa ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emâreye musahhar edip yardımcı vermek, te¬rakki değil, sukuttur. Mutluluk ve saadet değil rezalettir.

Ey insan! Senin önünde iki yol var. Birisinden gitsen, dünyevi üç beş kuruşluk gayrimeşru lezzet, sefahet ve günahların zilletiyle kâinatın esfel-i sâfilînine gidersin. Diğer yoldan gidersen, meşru helal daireye iktifa etmekle, kulluğun, ibadetin ve duanın izzetiyle âlâ-yı illiyyîn-i şerefe çıkabilirsin. (Mesnevî-i Nuriye.Muhammed Şamil KAKCA


Konular