MEVLİDİN OKUNUŞUNDA YAPILAN YANLIŞLIKLAR

Bundan önceki yazımızda Mevlid manzumesinin telif ediliş sebebinden, vezin ve kafiye özelliklerinden, güfte ve mânâ güzelliklerinden söz açmış; ehl-i sünnet mezhebine uygun olarak kaleme alınan bu eserde, dimağlara nakş olunmak istenen İslâmî hakikatları izaha gay-ret etmiştik. "Vesiletü'n-Necât" adı verilen, sehi-ü mümteni tarzının zir-vesine taht kuran Mevlidin kıraati sırasında bazı kimselerin yaptıkları hatalı okuyuşları bu yazımızda açıklamaya çalışacağız,

Bu hataların ilgi ve bilgi eksikliğinden, başkalarının okumasını dinlemekle yetinip güvenilir bir metni tetkik etmeyişten veya dirayetli bir üstadın "fem-i muhsin"inden ders almamış olmaktan kaynaklanmakta olduğuna inanmaktayız. Yazdıklarımız ile bu yanlışların tashihine yardımcı olabilirsek, dinleyenlerin kulaklarını tırmalayan telaffuz ve gramer hatalarını düzeltmiş ve Süleyman Çelebi merhumun ruhunun rencide edilmesini önlemiş olacağımıza inanmaktayız.

Sünnet ve evlenme merasimlerinde, vefat etmiş bir kimsenin ruhunu şâd etmek için tertip edilen toplantılarda okunması âdet haline gelen Mevlidin; münâcat faslı ile velâdet ve merhaba bahirleri, mirac faslının son kısmı tilâvet olunmaktadır. Yapacağımız intikadî açıklamada, bu teâmülü dikkate alarak, göze ilişen veya kulağa ulaşan yanlışları açıklayacak ve doğru olan şekli okuyucularımızın ıttılâına arz edeceğiz. Yapılacak intikadları, "Kavl-i mücerred" ithamından korumak için, Sayın Ahmed Ateş'in "Vesiletü'n-Necât: Mevlid" adlı çok yönlü ve de-ğerli eserine ve merhum Faruk Timurtaş'ın "Mevlid" ismini verdiği değerli eserinin 3. baskısına atıf yaparak ifaya çalışacak ve her paragrafın sonunda bu iki ilim adamımızın isim ve soyadlarının baş harflerini rumuz olarak göstereceğiz. Bunların peşinde görülen rakamların ilki, eserin sayfa numarasını; ikincisi de beyitlerin sıra rakamını ifade etmiş olmaktadır.

Allah âdın bahrinin okunuşunda yapılan yanlışlıklar:

a) Bu bahrin 3. beytinin "Hergiz ebter olmaya anın sonu" mısranın başında görülen "Hergiz" kelimesi, bazı mevlid okuyucuları tarafından (k) harfi ile "Herkiz" şeklinde tilavet olunmaktadır. Farsça bir kelime olan ve "aslâ, hiç bir vakit" mânâlarında kullanılan bu lafzın (g) harfi ile "Hergiz" şeklinde okunması icap etmektedir (A.A., 92/3; F.T. 4/3).

b) Beşinci beytin ikinci mısraı, bazı okuyucular tarafından, "Dökülür cümle günah müslü hazan" şeklinde kıraat olunmaktadır. Farsça'da izafet terkiplerinde muzaf olan kelimenin sonu meksur olur. Bu itibarla "misli" şeklinde okunması gerekmektedir (A.A. 93/5; F.T. 5/5).

c) "Vâr iken ol, yok idi ins ü melek/Arş ü ferş ü ay güneş hem nüh felek" beytinin ikinci mısraındaki "Nûh" kelimesi, bazı okuyucular tarafından (u) harfi ile "nuh" şeklinde okunmaktadır, (n) ve (h) harfleri, ince okunuşlu olduklarından, bu kelimenin "nüh felek" şeklinde okunması, hem zevki selime hem de eserin aslına daha uygun bir tilavet tarzı olmaktadır (A.A. 94/29; F.T. 8/29).

d) "Birdir ol kim ondan artuk Tanrı yok" mısrasındaki "Tanrı" lafzını bazı kimseler, "ilâh" lafzı ile; bir takım şahıslar da "yaratıcı" mânâsını ifade eden "Bârî" kelimesi ile değiştirmektedirler. Bu kelimeye karşı çekingenlik gösterenlerin hassâsiyeti, ulvî bir hisse dayanmakta ise de, ilmî esaslara istinat etmemektedir. Tanrı lafzı, "Allah" İsm-i şerifinin karşılığı olarak kullanılmaz ise de "Mabud" veya "İlah" gibi kelimelerin mukabili olarak istimal olunmasında bir mahzur yoktur. Dinimizin bu hükmünü gayet iyi bilen merhum Süleyman Çelebi hazretleri, eserinin birçok yerinde Tanrı lafzını kullanmış bulunmaktadır (A.A. 94/32; F.T. 8/32)

e) "Fâtiha ihsan ede ben kuluna" mısraı üzerinde yersiz müdahaleler yapan zevki selimden mahrum bazı kimseler, "Ben Süleyman kuluna" şeklinde okumakta; bir takımı da "Ben" zamirini "Süleyman" ismi ile tebdil ederek vezin ve âhengin başını yarıp gözünü şaşılaştırmaktadırlar. Okuyuştaki âhengin kulağı tırmalayacak şekilde bozulması, mânâdaki cezbe ve câzibeyi perişan hale getirmektedir (A.A. 95/4;

Amine hatun bahrindeki yanlışlıklar:

1- Bu bahrin ikinci beytindeki "Vakt erişti hefte vü eyyâm ile" mısraındaki "Hefte" kelimesi, Farsça olup önündeki yuvarlak (he), Arapça kelimelerdeki zamir ile karıştırılarak, "heftehû" şeklinde okunmaktadır. "Heft", Farsça'da yedi rakamının adı olmaktadır. "Hefte" kelimesi ise, dilimizde "HAFTA" olarak kullanılan yedi günlük bir zaman parçasının ismi olmaktadır. Bu kelimede görülen (h), kendinden önceki harfin fetha ile okunmasına delâlet eder ve fakat kendisi okunmaz. Bu kelimenin önünde görülen "vü", atıf harfi bulunan "ve"dir, Farsça terkiplerde atıf harfi olan vav, "vü" şeklinde telaffuz olunmaktadır. "Eyyâm" lafzı, bu edat ile "hefte" kelimesi üzerine atıf olunmaktadır (A.A. 103/2; F.T. 21/143).

2- "Ol gece kim doğdu ol hayrul beşer/Anası anda neler gördü neler" beytinin 2. mısraının başındaki kelime, "Anne" anlamında ve Türkçe bir lafızdır. Bunun (a) harfini aksan ile uzatarak ve (n) harfinin önündeki (a) yı (e) seslisi ile değiştirerek okumak, fâhiş bir mânâ bozukluğuna sebep olur. Zira, "âne" kelimesi, Arapça'da "kasık" mânâsına gelmektedir. Türkçe kelimelerin ilk sesli harfi kalın okunuşlu olursa diğer seslilerin tamamının kalın okunması icap eder. (A.A. 106/24; F.T. 25/185).

3- "Ulu devlet buldun ey dildâr sen" mısraındaki "dildâr" kelimesinin önüne, müennes alâmeti olarak (he) getirilerek "dildâre" şeklinde okuyanlara tesadüf edimektedir. Bu kelimenin aslı, Farsça bir terkip olup, "Gönül" mânâsına gelen "dil" ile "tutan" anlamındaki "dâr" kelimesinden meydana gelmiş bulunmaktadır. "Gönül tutan, kalp bağlayan" mânâsını ifade eden bu terkibin, "dildâre" şeklinde okunması yanlıştır. Farsça'da bir cinsin erkeğinin karşılığı bulunan kelimelerde müennes alâmeti bulunmaz. Bu itibarla "dildâr" kelimesinin "dildâre" şeklinde okunması, te'vile imkân bulunmayan bir hata olmaktadır (F.T. 27/202),

Merhaba bahrinde yapılan yanlışlık:

"Ey cemâli gün, yüzü bedri münir" mısraındaki "ey", nida harfidir. Bazı kimseler bunu "ay" olarak okumakta ve "Ay cemâli, gün yüzü bedri münîr" şekline dönüşmektedir. Bu durumda sanki "Cemâli ay, gün gibi yüzü bedri hünir" denilmiş gibi olmaktadır. Güneş, bedr-i münirden daha kuvvetli bir ziyaya sahip bulunduğu için teşbihte zayıflık olmaktadır. Esas kast edilen mânâ da bu değildir (F.T. 101/99).

Mirac bahrinde yapılan yanlışlıklar:

a) Musahhah Mevlid'in 44. beytinin ikinci mısraı, "Vâlehû hayrân ü mest kalmış dürür" şeklinde basılmış olup, okuyanların pek çoğu da bu hatayı aynen tekrarlamaktadırlar. Arapça olan bu kelime, "şaşkın" ve "hayrân" mânâlarını ifade eden "fâilün" vezninde bir "İsm-i fâildir ve doğru okunuş "vâlih" tir. Beyti bu düzeltmeye göre okuyacak olursak "Vâlih ü hayrân ü mest kalmış dürür" denilmesi gerekmektedir (A. A. 118/38; F.T. 46/376)

b) "Tarfetü'l-ayn icre ol fahr-i cihân/Ümmü Hâni evine geldi hemân" beytinin 2. mısraının başındaki "Ümmü Hâni" terkib-i izafisini, bazı kimseler, "Ümmühân" ismi ile karıştırmakta ve "Ümmühân'ın evi-ne vardığı gece" şeklinde hatalı bir okuyuş yapmaktadır. Bu beyitte is-mi geçen kadın sahâbî, Peygamber (s.a.v.)'in amucası Ebû Talib'in kı-zı ve Hz. Ali'nin ana baba bir kız kardeşidir. Ümmü Hâni, onun künyesi olup esas adı "Fâhite"dir (A.A. 117/14; F.T. 44/352).

Umumi mânâdaki yanlışlıklar:

1- Her bahrin sonunda tekrarlanan "Ger dilersiz bulasız oddan necât" mısraı, çoğu kere, "ottan necât" şeklinde telaffuz edilmekte ve mânâ yönünde mazur görülmesi imkânsız bir hata işlenmektedir. Zira "od", Türkçe bir kelime olup ateş anlamında kullanılmaktadır. "Ot" ise nebat karşılığı kullanılan bir kelime olmaktadır.

2- Bazı okuyucular, "vü" şeklinde telaffuz edilen atıf harfinden sonra bir de "ve" getirmektedirler. İddiamızı müşahhaslaştırmak için, yanlış okunma şekli ile iki misal vermek istiyoruz: "Matlûbü ve maksudun benem" mısraı ile "Erdi İbrahim ü ve İsmaile hem" mısrâını örnek göstermekle yetineceğiz. Bu kabil hatalar, âhengi târümâr ve dinleyicileri bizâr etmektedir.

3- Musahhah Mevlid'in mirac Bahri'nin 16. beytinin "Ey hatâ puş ü atâsı çok kerim" mısraı, nadir olarak vuku bulsa bile, bazı kimseler tarafından "pûş ü hatası" şeklinde tilavet olunmaktadır. "Puş" kelimesi, "örten, görmezlikten gelen" mânâsını ifade etmekte ve Farsça bir lafız olmaktadır. "Ey hatâları örten, suçlan görmezlikten gelen ve vergisi çok olan Kerim (Allah)" demektir.
"Kul, hatasız olmaz" sözü, suç bağışlatmak için şefaatte bulunanların kullanacağı ve afvi temin için söyleyeceği bir kelâmdır. İlim ve edebiyatla iştigal eden şahısların bilgisini artırıp hatasını azaltması lazımdır. Bu yolun yolcuları daima iyiye ve doğruya talip olmalı; hüsnü zandan ziyade hüsnü mesâi göstermelidir.