BAYRAM VE TEBRİKLEŞME

Bu gün 5 Mayıs 1989 cuma ve ramazan-ı şerifin son günü! Yarın
özlenen ve gözlenen bir güne, bizleri rûhen mesrur ve mesut edecek fıtır bayramına kavuşmuş olacağız. Tan yerinin ağarması ile başlayıp bayram namazının kılınması ile tescil edilen ramazan bayramı, üç gün devam edecektir. Bu müddet içinde tek taraflı veya karşılıklı olarak ziyaretler yapılacak, yazılı tebrikler teâti edecek, ikramlar olacak ve bahşişler verilecektir.

Bayramı dinimizin ölçülerine ve mefahir dolu mazimize uygun bir biçimde yaşamak ve yaşatmak için bazı hususların bilinmesi icap etmektedir. Bu cihetler ihmal edilecek olursa bayramın mânâsı ve mâhiyeti örselenmiş olur. Tarih şuurunun istikbale aktarılabilmesi, maziden gelen değerlerin yaşatılmasına bağlı bulunmaktadır.

Bayram namazının vacip olabilmesi için aranan şartlardan biri de "hür" olmaktır. Vatanını düşmanlardan koruyamamış ve düşman eline esir düşmüş fert ve milletin bayram yapma hakkı yoktur. Hürriyetini elinden kaptırmış milletlerin cuma ve bayram namazı kılmaları sahih değildir. Hürriyetlerini istirdat etmedikçe, vatanını işgal altından kurtar-madıkça bayram yapma saadetinden mahrum bulunmaktadırlar.

Hürriyetlerini muhafaza edememiş milletlerin minarelerinde ezan, camilerinde Kur'an sesi susturulmuş; kahraman bir topluluk olan mü'minler sindirilmiş olur. Dişleri ve tırnakları sökülmüş ve başına vu-rulan sopalarla korkaklaştırılmış bir aslan, çakallardan bile çekingen hâle gelir. Erkeksiz vatana düşman üşer, vatansız erkek hicrana ve zindana düşer.

Ölümden bin beter bir zillet olan esarete düşmemek için coğrafyamıza, din ve vicdan hürriyetimize, vatanımızın korunmasına ve bayrağımızın başımızın üzerinde daima dalgalanması hürriyetine sahip çıkmalıyız. Dinimizi, kitabımızı, vatanımızı ve bayrağımızı korumaya azmetmeli ve bu yolda azamî bir gayret göstermeliyiz. Afgan Müslümanlarının ve Filistinli mü'minlerin gasp edilmiş hürriyetlerini geri alabilmek ve bir vatan kurabilmek için sarf ettikleri gayretler, feda ettikleri can ve akıtılan kanlar ibretle hesap edilmelidir.

Mekke devrini yaşayan müslümanlar, tam mânâsı ile bir din hürriyetine sahip değillerdi. İnançlarını halka açıklayamaz ve ibadetlerini açıkça ve vicdan huzuru ile yapamazlardı. Çünkü müşriklerin sıkı takip ve tehditlerine, baskı ve işkencelerine maruz bulunuyorlardı. Ancak Medine-î Münevvere'ye göç ettikten ve kendi varlıklarını şehrin içinde ve civarında bulunan gayri müslimlere kabul ettirdikten sonra bayram yapabilme saadetine ulaşmışlardı.

İslâmî esaslara uygun biçimde bayram yapma imkânı şöyle başladı: Medine halkı, yılda iki defa, bir araya toplanıp yiyip içerek eğleniyorlardı. Vicdanların mürebbisi ve akılların muallimi bulunan Peygamberimiz, Ensar'a hitaben: "Bu iki gün ne (yin nesi)dir?" diye sordu. Onlar: "Cahiliye devrinde bu günlerde eğlenir ve oynardık" cevabını verdiler. Resulullah (s.a.v.): "Allah, bu iki günü onlardan daha hayırlısı ile; kurban ve fıtır bayramı günleri ile değiştirmiştir" (26) buyurdu.

Yüce ve yüceltici dinimiz İslâm, cahiliyet devrinin fosilleşmiş âdetlerini tasfiye ederken halkın sevinç hislerine set çekmemiştir. Ancak zaman ve tatbikatta değişiklik yaparak meşru bîr çerçeve içinde iki bayram günü tesbit etmiştir. Allah'a ibadetle başlayan, halka ikram ve yardımla devam eden, çocuklara bahşiş ve fakirlere tasaddukla renklenen ramazan ve kurban bayramları böyle başlamış ve ondört asırdır devam etmektedir. Bu mânâdaki bayramı idrak eden bir müslüman, İslâm dinine uygun biçimde sevinecek ve sevindirecektir. Bu noktada bir hususa dikkatleri çekmek istiyoruz. Ramazan bayramında isim değişikliği yaparak "şeker bayramı" tabirini kullanmamalı ve dinî mânâsına, ulvî mahiyetine gölge düşürmüş olmamalıdır. Şeker, bayra-mın sebebi değildir ki bu isimle anılsın. Bu husustaki diğer bir endişe-miz de "kiraz festivali, üzüm festivali" gibi şeylerle dini bayramın karış-tırılmasıdır.

Bayramla ilgili maddî ve manevi hazırlıkları dile getirmek suretiyle okuyucularımızın bilgilerini tazelemek istiyoruz.

a) Bayram gecesi, vaktin müsadesi nisbetinde, ibadetlerle ve Kur'an-ı Kerim okumak suretiyle geceyi ihya etmeye çalışmalı; vücut ve diş temizliği yapmalı, gülyağı ve benzeri güzel bir koku sürünmelidir.

b) Yeni elbisemiz varsa onu giymeli, bu imkâna sahip değilsek en temiz libasımızı tercih etmeli ve camiye erkence gitmelidir.

c) Tanyerinin ağarması ile bayramın başladığını bilfiil açığa koymak için, camiye gitmeden önce tatlı bir şey yemelidir. Bu güzel âdet, Resûl-i Ekrem'in bayramla ilgili sünnetlerindendir.

d) Bayram namazına giderken ince bir tefekkürle, gizli bir zikirle ve vakar ile yola devam etmeli; kendimiz işitecek kadar bir sesle tekbir getirmelidir.

e) Bayram namazını kıldıktan sonra, mesciddeki müslümanlarla tebrikleşmeli ve musâfaha yapmalıdır.

Tebrik, İslâmî ve insânî muaşeret kaidelerinden olup, maddî veya manevî sahada bir mutluluğa erişen kimseyi kutlamaktır.
Yazılı veya sözlü olarak tebrikieşmeler, insanlar arasında sevginin kuvvetlenmesini ve dostlukların samimi bir havaya bürünmesini temin eder. Bayramını tebrik ettiğimiz kimse, bizdeki bu samimi ilgiyi ve nezaketi görünce, şahsımıza daha büyük bir mahabbetle bağlanmış olur. Tebrikleşme sayesinde, iki şahsın kalbi sevgi perçini ile birbirine kenetlenir. Muayede merâsimlerindeki manevî hava ve samimî kaynaşma ile, inanmış fertler arasında tesanüt hâsıl olur.

Ramazan orucunu tutan kimseler, bu mübarek ayın gündüz ve gecelerinde, ibadet silahı ile nefs-i emmâre ve şeytana karşı büyük bir cihad yapmış ve şanlı bir zafer kazanmış olmaktadırlar. Yapılan kulluk vazifelerini, hayır ve hasenatı Cenâb-ı Hakk'ın kabul buyuracağına dair hüsnü zan ile bayram sabahı camilere koşan mü'minler, Allah Teâlâ'ya arzı ubudiyette bulunmakta, dualar etmekte ve sırat-ı müstakimin bu mutlu yolcularını kutlamak suretiyle sevinçlerini açığa koy-maktadırlar. Ashab-ı Kiram bu vazifeyi "Tebârekallâhü minnâ ve minküm" (27) cümlesi ile yerine getirirlerdi.

Aynı şehrin içindeki din kardeşlerimize sözlü olarak, taşrada bulunanlara yazı ile veya telefonla tebrikte bulunmalıyız. Hastaları ziyaret ederek mahzun gönüllerini memnun etmeli, dertli insanları teselli ederek hayata bağlamaya çalışmalıyız.

Tebrik şekli ve yapılacak ikram, dinimizin ölçülerine ters düşmemeli; İslâmî bir hüviyeti bulunan bayram gününde dinimizin yasakladığı likör ve benzeri şeyler ikram etmek gibi bir gaflete düşmemelidir. Allah'ın kitabına ve Peygamberimizin sünnetine uygun bir şekilde yaşamak, hayatımızın değişmez prensibi olmalıdır.

(25) Berika, c. 4, s. 51.
(26) et-Tâc, c. 1,s. 275.