DİN ADAMI VE ÖĞRETMENİN MEMLEKET HİZMETİNDEKİ YERİ

Fertlerin meydana getirdiği bir topluluk, gövdeye benzetilecek olursa ilim adamlarının o gövdenin başına teşbihi yerinde bir benzetme olur.

Din adamı ve öğretmen, toplumların yükselmesine matuf çalışmalarda önderliğini yapacak olursa, gövdenin ızdırabı huzur ve saadete dönüşecektir.
Öğretmen, küçükleri memleket yararına eğitmekle; din adamı da yetişkinleri iyiye ve güzel işlere teşvikle vazifelidir.

Din adamı, -ekseriyette- metafizik hadiseleri tedkik ve tahlil ile uğraşır. Dinî bahisler bir laboratuar mevzuu olamıyacağına göre, bu sa-hanın görevlileri kendilerini ilgilendiren mevzuları, nakle (âyet ve hadislere) dayanarak izah mecburiyetindedirler.

Öğretmen, müsbet ilimle uğraşır. Bu ilimler; tedkik, tecrübe ve laboratuar deneyleriyle incelenecek mahiyette bulunmaktadır.

Bu iki sınıf, salâhiyetini aşıp ta sahasının dışına taşmadığı müddetçe aralarında asla çatışma olamaz; kendi konuları için geçerli metodlarla, diğer sahada fikir yürütmeye kalkışmadıkça ve -hele- ihtisasa hürmet göstermeye devam ettikçe, fikirlerinde çelişme de görülmez.

Din adamı, müsbet ilimle mücehhez olduğu; öğretmen de dinin esaslarını, inceliklerine inerek, öğrendiği takdirde sahasının dışında da konuşma imkânını kazanmış olur. Bunun aksi bir yol tutulacak olursa, şu veya bu şekilde dedikoduya yol açılacağı gibi, bu iki sınıfın eğittiği topluluklar karşısında -açık veya gizli- bir huzursuzluk devam edip gidecektir.
Bu toplumun varlığını muhafazası ve muasır milletler seviyesine ulaşabilmesi, öğretmen ve din adamının gaye ve çalışma birliği yapması ile sürat kazanır. Bu anlaşmanın tahakkuku için, din adamının müspet ilim ölçüleriyle ispat edilmiş bir meseleyi inkâr yoluna gitmemesi, şahsî fikirlerini dinimizin görüşü imişçesine ortaya koymaması gerekir. Öğretmenin de, dinin nasları ile bağdaşmayacak davranışlar-da bulunmaması, İslâm dinince yasaklanmış hükümleri tanımamak gi-bi bir iddia taşımaması ve dinimizin ulvî esasları karşısında müstehzî bir tavır takınmaması gerekir.

Din adamı, dinimizin hükümleri ile müspet ilimler arasında çelişme bulunmadığını izah edebildiği; öğretmen de dinimizin esaslarına, sevgi ve saygı duyarak buyruklarına uyduğu gün, mesele halledilme yoluna girmiş ve ilk hayırlı adım atılmış olacaktır. Bu hususta fazla bir şeye ihtiyaç yoktur. Sadece hüsnüniyet ve samimiyet kâfidir.

"Aydın zümre milletin başı ve onun beyni sayılır. Millet sizi, iyi bir tahsil gördükten sonra iyi bir aylık alasınız; akşamlan kahvehanede, iskambil ve domino masasının başına geçip, eğlenesiniz diye okutmamıştır. Bunu böyle yapanlar hakiki aydınlar değildirler. Onlar aydınların küflenmişidirler" (28).
"Unutmayınız ki milletin cahilliği, kabalığı, serhoşluğu, hastalıkları ve sefaleti, bunları hepsi, sizin kendi ayıbınızdır, kendi kabahatinizdir" (29).
"Vatan için yaşamak, vatanın ilerlemesi ve yükselmesi için çalışmak da, vatan için ölmek kadar şereflidir."

"Ey Fin gençleri, sizin ödeviniz ayak darbesi ile topu yüksekten uçurmak değil, Fin milletinin haysiyet ve şerefini yükseltmektir." (30)
Snalman ve arkadaşları, kurdukları ekiplerle -gerekirse yaya olarak- en sarp dağ köylerine kadar giderek halkı uyardılar. Sazlık, bataklık bir memleket olan Finlandiya'yı Beyaz Zambaklar Memleketi haline getirmeyi başardılar.
Milletlerin kalkınmasında din adamı ve öğretmenin müşterek çalışmalarından doğan neticelerden ikisini arzetmeye çalıştım. Biri acı, diğeri uyarıcı iki misal! Acıdır, çünkü imparatorluğumuzun bir parçası bulunan Balkanlar, elimizden çıkmış ve coğrafyamızın bir gölgesi çökmüştü.

Milletlerin batışından ibret almayan kimseler, gelecek nesillere ibret olurlar. Devletlerin yükselmelerindeki şartları bilip kendi milleti içinde onu, meşrulaştırarak ve millî bünyeye tatbik kabiliyeti kazandırarak uy-gulayanlar; devletin ve milletin ikbâlini hazırlamış ve istikbalini emniyel altına almış olurlar.

Snalman'ın muvaffakiyetini kabul etmekle beraber, ona karşı bir özenti duymuyoruz. Aziz milletimizin içinde nice fedakâr insanlar mevcuttur. Biz, iddiamızı mücerredlikten kurtarmış olmak için, Snalman'ın çalışmalarını ortaya koyduk.

Bu asil milleti birazcık olsun anlayan ve onun ruh yönünü bilen kimseler, şu hakikati itiraf etmektedirler: Türk milletinin kalbini iman, ruhunu da asalet süslemektedir.

Bu değerli duyguları besleyip geliştirmeyi bilecek, onun verdiği maaş ve yedirdiği ekmeğe karşılık bu yüce milleti madde ve mânâ plânında kalkındırmak için gayret gösterecek olursak, onun, her hayırlı çalışmamızda gölge gibi peşimizde koştuğunu göreceğiz.

İslâm dininin iman tebliğcisi bulunan ilim adamlarımız ve irfan ordumuzun fedâkâr mümessilleri bulunan öğretmenlerimiz; her türlü siyasî ve ideolojik düşüncelerden uzak ve ancak aziz Türk milletinin ve onun bağlı bulunduğu maddî ve manevî değerlerinin korunması ve kalkınması uğrunda el ele verdiği gün bu memleketin Mesut İnsanlar Diyarı haline gelmesi uzun sürmeyecektir!

(28) Beyaz Zambaklar Memleketinde, s. 26.
(29) Beyaz Zambaklar Memleketinde, s. 28.
(30) Beyaz Zambaklar Altında, s. 69.