AHLAKİN KORUNMASI VE ÖFKE

Ahlâk dini olan İslâm, güzel huylara büyük bir değer vermiş ve mensuplarını bu yüce hasleti korumakla mükellef tutmuştur.

Mânevî değerlere sahip olmak, her insanın arzusudur. Lâkin onu korumaya pek az kimsenin dikkat gösterdiği gün ışığı kadar açıktır.
İnsanlık şerefini ayaklar altına düşüren ve güzel ahlâkı bozan davranışların başında "Öfke" gelmektedir.

Öfke, nefse dayanan bir gadap halidir. Doğuşu ve gelişmesi, bâtıla dayandığı için neticesi zararla son bulur. "Buğdu fillah" adı verilen hak nâmına kızmayı, öfke ile karıştırmamalıdır. Öfke, faziletleri soldurur. Allah için buğz ise ahlâkı oldurur ve kemâle ulaştırır.

Hz. Ali, bir harbde, hasmının sırtını yere getirmiş ve başını kesmek üzere kılıcını boğazına dayamıştı. Kendini müdâfaadan.âciz kaLan düşman, yattığı yerden, Hz. Mürtaza'nın yüzüne tükürmüştü. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a.), kılıcını düşmanın boğazından çekti ve:
"Kalk ayağa, al kılıcını eline! Seninle tekrar döğüşeceğiz" dedi. Düşman, şaşkın bir halde:
"Neden beni öldürmek imkânı eline geçmiş iken istediğini yapma-dın da tekrar döğüşmek üzere serbest bıraktın?" diye sordu.
Hz.Ali
"Sana olan önceki öfkem, Cenâb-ı Hak içindi. Fakat, yüzüme tükürünce nefsimin zoruna gitti de sana kendi adıma kızdım. Bu öfke ile başını kesmiş olsaydım, kendi namına kılıç sallamış olacaktım. Hâlbuki biz, ancak Allah adına harp ederiz" cevabını verdi.

İşte aziz okuyucu, İslâm bu kadar yüce ve ölçülü olmayı nizam haline getirmiş bir dindir. Şifa verici ilâç imâlinde, zehirden bile faydalanmasını bilen bir kimyager gibi, İslâm laboratuvarı öfkeyi bu ölçüler içinde zararsız hale getirmektedir.
Allah adına kızma, farz; nefs namına öfke ise haramdır. Bu sebep-le Resul-i Ekrem Efendimiz "Bana bir şey tavsiye ediniz" diyen sahâbiye" (Nefsin adına) kızma"(5) buyurdular.

En güzel ahlâka sahip bulunan Efendimiz, Uhud harbinde yüzünü yaralıyan ve iki dişini kıran İbni Kamîe'ye ve o bedbahtın suç ortağı müşriklere beddua etmedi, gelmesi ihtimâl dâhilinde bulunan kahrı ilahiye karşı kollarını semaya doğru, manevi bir siper-i saika (Paratoner) olarak, kaldırdı ve "Allahım, kavmime hidayet et, çünkü onlar bilmiyorlar (da) onun için böyle davrandılar" demek asaletini ve nefs adına öfkelenmemenin en yüce örneğini verdi.

Öfke, seviyesi düşük insanların mahiyetlerini meydana çıkarır. Kişinin kaç ayarlık müslüman, kaç kıratlık insan olduğu öfkelendiği zaman belli olur. Kâmil bir imana sahip olan insan, öfkesine mağlup olmaz.

Şair ne güzel söylemiş:
"Öfke güheri âdemi temyize mehenktir."

Tasavvuf sâhasının mümtaz simalarından Ebû Yezid Bistâmî, cuma günü tertemiz yıkanıp, en güzel elbiselerini giymiş camiye gitmek için yola çıkmıştı. Kadının biri, ocağın külünü biriktirdiği bir kabı pencereden aşağı boşaltıverdi.. Ne garip tesadüftür ki o sırada bu büyük veli pencerenin altından geçmekte idi. Dökülen tozlar ve küller, vücudunu ve elbisesini tamamen kirletmişti.

Bu tablo karşısında, en sâkin bir insanın bile kan beynine hücum eder. Kadının bu dikkatsizliği karşısında harekete geçen menfi hisler, kendisini öfkelenmeye zorluyordu. Akıl ipiyle nefis düşmanını kıskıvrak bağlamayı başaran o Allah dostu, nefsine şu cevabı verdi:
"Ey zâlim nefsim, neden kızdın? Sen, işlediğin fenalıklar sebebiyle, ateşte yanmaya lâyıktın. Fakat, Allah senin başına soğuk kül döktürdü. Şükretmen gerekmez mi?"

Büyüklerin sözleri, sözlerin büyüğüdür. Büyük fazilet örnekleri, kemâl sahiplerinin yaşama safhalarında müşahede edilebilir. Onların sevgilerini kalblere nakşeden ve manevi varlıklarının gönüllerde taht kurmasına sebep olan şey, öfkeyi vücut ikliminden sürüp çıkarmaya muvaffak olmalıdır.
"Kil"e sormuşlar:
"Diğer topraklar ayaklar altında! Senin başlarda dolaşmanın sebebi nedir?"
O, şu cevabı verdi:
"Gül ile isim benzerliğim ve bir kaç gün de komşuluğum var. Onun için!"

Resulü Ekrem Efendimiz, her hangi bir hususta öfkelenen kimseye abdest almayı tavsiye etmişlerdir. Çünkü öfke, şeytanın tesiriyle kalbte doğar ve onun teşvikiyle gelişme kaydeder. Şeytan, ateşten yaratılmıştır. Ateş, ancak su ile söndürülebilir. Bu itibarla abdest alındığı zaman şeytanın körüklemesiyle meydana gelen öfkenin harareti düşerek tabii hale avdet eder.
Öfkelenen insan, ayakta ise oturmalı; bununla gadabı yatışmazsa yan tarafına uzanmalıdır.

Bir gün Efendimizin huzuruna bir şahıs geldi ve: "Hangi iş daha üstündür?" diye sordu.
Resûl-i Ekrem:
"Güzel huydur" cevabını verdi.
O kimse, sağ tarafa dolandı ve aynı suali tekrarladı, Efendimiz de aynı cevabı verdi. O şahıs sol taraftan gelip aynı soruyu tekrar etti.
Efendimiz:
"Güzel huydur" cevabını verdi.
Bu defa o adam arka taraftan gelerek:
"Ey Allah'ın Resulü, hangi iş daha faziletlidir?" dedi.
Resul-i Ekrem (s.a.v.) ona doğru döndü ve şöyle buyurdu:
"Sana ne oldu ki, anlamazlıktan geliyorsun? O (iş), güzel huydur. Bu da kudretin yettikçe kızmamandır"(6).

İnsanda tomurmaya başlayan ahlâk meyveleri öfkenin körüklediği samyeliyle kavrulur ve dökülür. Ahlâkın gelişip olgunlaşması için vücul ikliminde gadaba yer vermemek gerekir. Yapmak zor olan bir iş. Yakmaya gelince bir kibrit, yıkmaya bir kazma kâfi gelir.
Sözlerimize Peygamber (s.a.v.) Efendimizin bir hadis-i şerifi ile son verelim:

"Zorlu pehlivan, hasmını yenen değil, öfkelendiğinde nefsine sahip olandır."(7)


(5) et-Terğib ve't-Terhib, c. 3, s. 445.
(6) et-Terğib ve't-Terhib, c. 3, s. 406.
(7) et-Terğib ve't-Terhib, c. 3, s. 447.