AHLÂKIN DÜZELTİLMESİ MÜMKÜN MÜDÜR?

İslâm dini ahlâk güzelliğine büyük bir değer vermiş ve bizleri bu seciyyeye sahip olmaya teşvik etmiştir.

Büyük bir ahlâk üzerine bulunduğu Kur'an-ı Kerim ile tescil ve tebcil edilen Peygamber Efendimiz, güzel ahlâka sahip olmayan kimseleri, huylarını güzelleştirmeye teşvik edip "Ahlâkınızı güzelleştiriniz" (8) buyurmuştur.

Bazı kimseler, huyun değişmeyeceğini ileri sürüp fena alışkanlık-larına devam etmekte; "Huylu huyundan geçmez" diyerek sövüp saymada, yalan söylemekte ve bir çok kötü huylara devamla kendini ma-zur saymaktadır. Bir kısım şahıslar da efendimizin ahlâkı güzelleştir-meye dair emrini dikkate alıp kötü huyu iyi hale getirmenin mümkün olacağı görüşünü müdafaa etmektedir.

Acaba bu iki görüşün haklılık dereceleri nedir, hangisi daha isa-betli bulunmaktadır? Buna cevap vermeden önce bir hususu belirtmek isteriz: Ahlâkın düzelmeyeceği iddiası, mutlak mânâda doğru değilse de tamamen yanlış da değildir. Bu bahis, izaha ihtiyaç gösteren bir meseledir.

Ahlâk, cibillî ve iktisabî olmak üzere ikiye ayrılır. Cibillî huylar, evlâda anne veya babasından irsiyet yolu ile geçen huylardır. Meselâ, çabuk alıngan bir annenin çocuğu, hiçbir tenbih yapılmadığı ve eğitime tabi tutulmadığı halde kendisinde annesinin huyları görülür. Küsme ve darılma gibi çocukta müşahede edilecek huylar, irsiyet yolu ile anne-den evlada geçmiş "Cibillî" huylardır.

Öfkeli bir babanın, hırçın çocuğunu düşününüz. İstediği bir şey kendisine verilmediği zaman, eline geçen şeyleri kırıp döker. Çocukta göze çarpan bu kabil huylar da "Cibillî ahlâk" adını almaktadır.

İnsan hayatını tetkik edecek olursak, iktisabî huylara nisbetle, cibillî huyların daha az bir yer işgal ettiğini görürüz. Çocuğun, büyüdükten sonra, çevrenin tesirinde kalarak veya eğitilmek suretiyle kazandığı iyi veya kötü alışkanlıklar, insan hayatında büyük bir yer işgal etmektedir.

Karşısındaki insanı alaya alan, önüne gelene iftiralar savuran, vadinde durmayan bir kimsenin bu davranışları "İktisâbî huylar" sınıfına dahildir.
"Cibillî ahlâk" diye ifade edebileceğimiz huyların düzelmesi mümkün değilse de sonradan, çevrenin ve kötü akranın tesiri ile kazanılan huyların düzelmesi imkân dahilinde bulunmaktadır. Bu, bir sabır ve karakter işidir.

Şayet çirkin huyların düzelmesi kaabil olmasaydı, Efendimizin ahlâkı güzelleştirmeye dair emri, insan kudretinin dışında kalan bir şeyi istemek olmaz mıydı?

Resûl-i Ekrem Efendimiz, yapılması mümkün bir şeyi bile "ümmetime güçlük vermiyeceğimi bilmiş olsaydım" kayd-ı ihtirâzisine bağlı olarak tavsiyede bulunurdu. Hâl böyle iken ifası kaabil olmayan bir şeyi Resulullah (s.a.v.)'in emredeceğini aklen kabul etmemiz mümkün değildir. "Ahlâkınızı güzelleştiriniz" emri, istenen şeyin imkân dahilinde bulunduğunu ortaya koyan mantıkî bir neticedir.

Etrafımızdaki birtakım varlıkları dikkatle incelediğimiz zaman, ruhta yerleşmiş bir çok huyların düzelmesinin kaabil olacağını ispatlıyan deliller görürüz. Şöyle ki:

a) Bir ağaç, aşılanmak suretiyle daha verimli bir hâle getirilmektedir. Aynı soya dâhil bulunan ağaçlar bir başkası ile aşılandığı zaman, fışkıran yeni filiz, gelişip yeni bir hüviyyet ortaya koymaktadır.

b) Güvercinler, eğitilmek suretiyle haberleşmede; köpekler yetiştirilerek polis birliklerinde faydalı hizmetler görmektedir.

c) Süvari birliğindeki atlar, borazanın çaldığı boruya göre, yürüyüşünü değiştirmektedir. Hücum borusunu duyduğu zamanki koşusu ile talim borusu çaldığı zamandaki yürüyüşü arasındaki fark, atın ıslâhını isbatlayan bir delildir.

d) Tutî ve saksağanın uygulanan bir ameliyat sonunda, tekrarlanan bazı kelimeleri öğrendiği bilinen gerçekler arasındadır.

e) Tamamen vahşi bir hayvan olan A..., burnuna takılan toka ve sahibinin elinden düşmeyen sopanın korkusu ile, bir çok oyunlar öğ-renmektedir. Eli değnekli şahıs, tefi tıngırdatmaya başlayınca bahsi geçen hayvanın iki ayağı üzerine kalkıp salınması, hayvanların terbiyeye ve düzelmeye olan istidadını gün ışığına çıkaran başka bir örnektir.

f) Uçan veya kaçan hayvanları avlamakta kullanılan kupayların terbiye edilerek "Kelb-i muallem" hâline geldiği, fıkhî eserlerde açıklan-mış bulunmaktadır.

İddiayı isbat için bir çok misaller daha gösterilebilir. Gören gözün sahibi, kırmızı rengi yeşilden ayırmakta güçlük çekmez. Duyan kulak, bülbül nağmesini karga sesinden kolayca ayırır.

Hiçbir tasnife tâbi tutmadan, ahlâkın güzelleşmiyeceğini savun-mak, insanı ağaç dalından ve akılsız varlıklardan daha aşağı bir sevi-yeye düşürmek olmaz mı? Düşünebilen bir insanın böyle bir iddiada bulunması, kaabil değildir.
Kötülükleri, iyiliklere tebdil eden Yüce Rabbimiz, çirkin huylan bı-rakıp güzel ahlâka sahip olmamızı da mümkün ve kulunun iktidarı da-hilinde kılmıştır.

(8) Ömer Nasuhi Bilmen, Yüksek İslâm Ahlâkı, s. 6.