Târiz Yoluyla Yalandan Sakınmak

Târiz200 Yoluyla Yalandan Sakınmak
Selef-i sâlihînden nakledilmiştir ki târizlerle insan yalandan korunabilir. Nitekim Hz, Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Târizlerde kişiyi yalandan koruyacak birtakım özellikler vardır?'

Bu durum, İbn Abbas ve diğer ashâb-ı kirâmdan da rivayet edilmiştir. Onlar ancak insan yalana mecbur kaldığı zaman, böyle yapabileceğini kasdetmişlerdir. Yalana ihtiyaç ve zaruret olmadığı zamana gelince, ne açıkça ve ne de târiz yoluyla yalan söylemek caiz değildir. Ancak yine de târiz yoluyla yalan söylemek daha ha-fiftir. Târizin misali şu hâdisedir:

Rivayet ediliyor ki, Mutarrıf201 Basra valisi Ziyad'ın huzuruna girdi. Ziyad ona 'neden ziyaret etmekte geciktiğini' sordu. O da hastalığını sebep göstererek şöyle dedi: 'Emir'den ayrıldığımdan beri yanımı kaldırmış değilim. Ancak Allah'ın kaldırdığı hariç..'

İbrahim Nehâî dedi ki: 'Birinin kulağına menfi olarak senden herhangi birşey gitmişse ve sen de yalan söylemeyi çirkin görüyorsan, ona şöyle de: 'Ondan bir şeyi söylemediğimi muhakkak Allah bilir'. Böylece 'söylemediğim' mânâsına gelen 'mâ kultü' nün başındaki olumsuz harf olan 'ma'yı 'ibham' mânâsında kullanırsın. Fakat dinleyen onun 'olumsuz' mânâsına geldiğini düşünür.

Muaz b. Cebel (r.a), Hz. Ömer tarafından bir vazifeye tayin edilmişti. Vazifeden dönünce hanımı kendisine 'Vazifelilerin ve memurların geldiklerinde ailelerine getirdikleri hediyelerden ne getirdin?' diye sordu. Oysa Hz. Muaz, hanımına hiçbir şey getirmiş değildi. Bunun üzerine hanımına şu cevabı verdi: 'Benim yanımda beni kontrol eden biri vardı'.
Hanımı 'Sen Hz. Peygamber'in ve onun halifesi Ebubekir'in yarımda emin idin (vazife aldığın zaman seni kontrol eden birisini seninle göndermiyorlardı. Nasıl olur da) Ömer seninle beraber bir kontrolcü gönderir?' dedi. Hz. Muaz'ın hanımı, Medine'nin kadınları arasında bunu söyledi ve Hz. Ömer'den şikayette bulundu. Hz. Ömer'in kulağına bu haber gittiğinde Muaz'ı huzuruna çağırdı ve 'Seninle beraber herhangi bir kontrolcü gönderdik mi?' dedi. Muaz 'Ben hanımımdan özür dilemek maksadı ile çıkar yol olarak ancak böyle söylemeyi uygun gördüm' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer gülerek Muaza birşeyler verdi ve 'Hanımını bunlarla razı et' dedi. Muaz'ın sözündeki 'baskı yapan' tabirinden 'kontrol eden Allah Teâlâ' kasdedilmiştir,

İbrahim Nehâî, kızma 'Sana şeker satın alacağım' demezdi. 'Sana şeker almamı ister misin?' derdi. Çünkü bazen şeker alma imkânı olmuyordu.

Yine bu zat, hoşlanmadığı bir insan kendisini dışarıya çağırdığı zaman, evde olduğu halde cariyeye ''Ona İbrahim'i camide aramasını söyle! 'İbrahim burada değildir' deme ki yalan olmasın" derdi.

Şa'bî evinde arandığı zaman, arayan kimse ile görüşmeyi istmediğinde bir daire çizer ve cariyesine "Parmağını dairenin içine koy ve 'Burada yoktur' de" derdi.

Bütün bunlar ihtiyaç zamanında yapılan târizlerdir. İhtiyaç yoksa böyle yapmak caiz değildir. Çünkü burada, her ne kadar lâfız yalan değilse de bu ibareler bir yalanı bildirmektedirler!... Bu ise en azından mekruhtur. Nitekim Abdullah b. Utbe şöyle anlatıyor: 'Babamla beraber Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girdik. Çıktığımızda halk 'Bu elbiseyi sana emîr'ulmü'minîn mi giydirdi?' diye sordular. Ben de 'Allah ona hayrı mükâfat olarak versin' dedim. Bunun üzerine babam bana dedi ki: "Ey oğul! 'Yalandan sakın ve benzerinden kaçın' diye rivayet edilmiştir" dedi.

İşte görüldüğü gibi Utbe, oğlunu böyle söylemekten menetmiştir. Çünkü böyle söylemekte, soranlara gururlanmak ve onlara yanlış bir zan verme durumu vardır. Bu ise bâtıl bir gayedir ve içinde hiçbir fayda mevcut değildir. Evet, târizler başkasının kalbini mizah yoluyla hoşnut etmek gibi basit bir gaye için de mübahtır. Hz. Peygamberin (s.a) şu sözleri ve benzerleri gibi:

'Cennete ihtiyar kadın giremez!'

'Senin kocan o gözünde beyazlık olan kimse midir?'

'Seni deveye değil de devenin yavrusuna bindireceğiz'.

Açık yalana gelince, Ensâr'dan Nuayman'ın Hz. Osman'a karşı yaptığı gibi202 ve halkın ahmak insanlarla oynayıp 'filan kadın seninle evlenmek istiyor' şeklinde onları aldatması gibi... Eğer bu açık yalanda bir kalbi kıracak bir zarar varsa haramdır. Eğer bu açık yalan başkasının kalbini hoşnut etmek içinse, sahibi fısk ve fücur ile nitelendirilemez. Fakat bu yalanı söylemek onun iman derecesini düşürür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kişinin imanı, kendisi için sevdiğini, (müslüman) kardeşi için de sevmedikçe ve şakalarında yalandan korunup sakınmadıkça kâmil olmaz.203
Adam, bir kelime söyler, onunla arkadaşlarını güldürür. O kelimeden dolayı Süreyya yıldızından daha uzak bir mesafeden cehenneme dalar.

Hz. Peygamber bu hadîste müslümanın gıybetini veya herhangi bir kalbe verilen eziyeti kasdetmiştir. Burada sadece mizah kastedilmiş değildir. Fâsıklığı gerektirmeyen yalan grubuna, halkın âdetinde cereyan eden mübalağalar da girer. Kişinin başkasına 'ben seni şu kadar aradım', 'Ben sana yüz defa dedim' demesi gibi; zira kişi bununla aramanın sayısını anlatmak istemez, çok aradığını anlatmak ister. Eğer kişinin araması sadece bir defa ise ve buna rağmen böyle söylüyorsa bu durumda sözü yalan olur. Eğer birkaç defa aramışsa, böyle demekle günahkâr olmaz. Her ne kadar yüz defa aramamış olsa da... Bunların ikisinin
kör olan bu zat mescidde küçük taharetini yapmak istedi. Halk 'Burası camidir' diye bağırdı. Nuayman onun elinden tutup mescidin başka bir köşesine götürüp 'Burada yap, burası mescid değildir' dedi. Yine halk 'orası mesciddir' diye bağırdı. Bunun üzerine 'Acaba kim beni buraya getirdi. Yemin olsun eğer o elime geçerse asam ile ona hakettiği darbeyi indireceğim' dedi. Aradan uzun bir zaman geçti. Nuayman, âmânın yanına geldi. Hz. Osman da namaz kılıyordu. Âmâya 'Nuayman'dan intikam almak ister misin?' dedi. Âmâ 'evet' dedi. Bunun üzerine âmâ'nm elini tutup Hz. Osman'ın yanında durdurdu. Âmâ var kuvvetiyle âsâsını Osman'ın
başına indirdi, Osman'ın başını yardı. Halk 'Emîr'ul-Mü'minîne vurdun!' diye bağırdı.
arasında dereceler vardır. Yalanın tehlikesini düşünüp diline sahip olmayan bir kimse burada mübalağaya kaçar.

Yalanın âdet olduğu ve müsamaha ile karşılandığı yerlerden biri de şudur. 'Yemek ye!' dendiğinde, karşıdaki adam da 'Benim iştahım yok' derse (iştahı olduğu halde böyle diyorsa) böyle demesi -doğru bir gaye güdülmediğinde- yasaklanmıştır ve haramdır.

Mücahid, Esma'nın204 şöyle anlattığını rivayet ediyor: Âişe, gelin olup Hz. Peygamber ile gerdeğe girdiği gecede onun arkadaşı idim. Benimle beraber birkaç kadın daha vardı. Allah'a yemin ederim, biz Hz. Peygamberin evinde bir ziyafet yemeği görmedik. Ancak bir bardak süt vardı. Hz. Peygamber o sütten içti ve sonra Âişe'ye verdi. Âişe sütü içmekten utanarak çekindi. Ben Âişe'ye dedim ki: 'Hz. Peygamber'in elini geri çevirme. Hz. Peygamber'in eliyle uzattığı sütü al!' Âişe utanmakla beraber, süt bardağını Hz. Peygamber'den aldı, içti. Sonra Hz. Peygamber ona 'Arkadaşlarına da ver' dedi. Biz 'Bizim iştahımız yoktur' dedik. Hz. Peygamber (s.a) 'Sakın açlıkla yalanı bir araya getirmeyin' dedi. Ben 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizden biri iştahı çektiği halde iştahım çekmiyor dese bu söz yalan sayılır mı?' dedim. Şöyle buyurdu:

Muhakkak ki yalan, deftere yalan olarak yazılır. Hatta deftere yalancık da yalancık olarak yazılır (yani en hafifi bile yazılır).205

Takvâ ehli, bu tür yalanlarda gösterilen müsamahadan kaçınırlar. Leys b. Sa'd şöyle anlatıyor: "Said b. Müseyyeb'in iki gözü ağrıyor ve çapaklanıyordu. Hatta çapaklar gözün dışında toplanmaktaydı. Said'e 'Eğer gözlerindeki çapakları süsen daha güzel olur!' dedim. Said ''Peki! Doktorun 'gözlerine el sürme' demesi ve benim de 'Evet! El sürmeyeceğim' demem nerde kalır?" dedi". İşte bu, ehl-i takvânın hareketidir. Bunu terkeden bir kimsenin dili yalan hususunda iradesinin sınırını aşar ve böylece bilmeden yalan söylemiş olur.

Havvat et-Teymî'den şöyle rivayet ediliyor: Rebî b. Heyseme'nin kızkardeşi, hasta olan bir yeğenini ziyarete geldi. Hastanın üzerine eğilerek 'Oğlum, nasılsın?' diye sorunca, uzanan Rebî kalkıp oturarak kız kardeşine 'Sen bunu emzirdin mi?' diye sordu. Kız kardeşi 'Hayır, emzirmedim!' dedi. Rebî "O halde sen 'kardeşim oğlu' deyip doğru söyleseydi, ne zararın olurdu?" dedi.

Âdetlerden biri de, kişinin bilmediği şey hakkında 'Allah bilir' demesidir. Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: "Allah nezdinde günahların en büyüklerinden biri de kişinin bilmediği şey için 'muhakkak Allah bilir' demesidir''.
Bazen kişi rüyasını hikâye ederken yalan söyler. Burada günah çok büyüktür; zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişinin kendisini soyundan başka bir soya nisbet etmesi veya uyku halinde görmediğini gözleriyle görmüş gibi anlatması veya benim ağzımdan yalan söylemesi, yalanın en büyüklerindendir.206

Rüya hususunda yalan söyleyen (rüya uyduran) bir kimseden kıyamet gününde iki arpayı birleştirmesi istenir. Oysa hiçbir zaman iki arpayı birleştiremez.207



200)Taftazanî'ye göre târiz, birkaç mânâya gelmesi muhtemel olan bir lâfız
söylenmesi ve konuşanın maksadının zıddının anlaşılması demektir.
Müteahhîrinin bazısına göre konuşmada olmayan bir mânâya delâlet etmek
İçin kinâî, mecazî veya hakikî bir lâfızla bir şeyi zikretmektir.
201)Basralıdır ve tabiîndendir. Güvenilir bir âbiddir.
202)Nevfel'in oğlu Mahreme 115 yaşma gelmiş bulunuyordu. Birgün gözleri
kör olan bu zat mescidde küçük taharetini yapmak istedi. Halk 'Burası ca-
midir' diye bağırdı. Nuayman onun elinden tutup mescidin başka bir
köşesine götürüp 'Burada yap, burası mescid değildir' dedi. Yine halk 'orası
mesciddir' diye bağırdı. Bunun üzerine 'Acaba kim beni buraya getirdi.
Yemin olsun eğer o elime geçerse asam ile ona hakettiği darbeyi indi-
receğim' dedi. Aradan uzun bir zaman geçti. Nuayman, âmânın yanına
geldi. Hz. Osman da namaz kılıyordu. Âmâya 'Nuayman'dan intikam al-
mak ister misin?' dedi. Âmâ 'evet' dedi. Bunun üzerine âmâ'nm elini tutup
Hz. Osman'ın yanında durdurdu. Âmâ var kuvvetiyle âsâsını Osman'ın
başına indirdi, Osman'ın başını yardı. Halk 'Emîr'ul-Mü'minîne vurdun!'
diye bağırdı.
203)Dârekutnî, İbn Abdilberr
204)Adı Umeys b. Ma'bed b. Hars b. Kâ'b'dır. Hz. Esmâ Cafer'le beraber
Habeşistan'a hicret etmiş, Cafer'den sonra Hz. Ebubekir ile, ondan sonra da
Hz. Ali ile evlenmiştir. Faziletli bir kadın sahâbî'dir.
205)İbn Ebî Dünya, Taberânî
206)Buhârî
207)Buhârî