İnanıyorsanız Üstünsünüz..!

Gördüm ki, bazı dindar gençlerimiz, kendilerini “çağdaş” diye tanımlayan kişilerle birlikte olmaya adeta can atıyorlar. Bu hazin durumu, dinimizin tesettür emrini yerine getirmeye çalışan bazı kızlarımızda bile görmek mümkün. Onların ortamlarında bulunmak, okudukları kitapları okumak, gittikleri sinemalara, kafelere, restoranlara gitmek “aydın” olmanın, “kültürlü” diye anılmanın ölçütü kabul edilebiliyor. Metal müzik dinliyor, caz festivallerine katılıyor, markalı giyinmeye çalışıyorlar. Bir bakıma, “Bakın, ben de çağdaşım, ben de sizin gibiyim. Örtülü olmam, namaz kılmam benim çağdaş, ilerici, kültürlü olmamı engellemiyor. Aslında sizden farkım yok. Beni de aranıza kabul edin.” diyen bir tavırları var.

Fakat bir yandan da, aşağılanmaktan, dışlanmaktan, ikinci sınıf insan yerine konmaktan ödleri kopuyor. Girdikleri bu tür ortamlarda orada bulunan herkesin kendilerine baktığını sanabiliyor, gözaltında bulunuyor hissine kapıldıkları için bundan rahatsızlık duyuyor, ama yine de öyle yerlerde bulunmaktan kendilerini alamıyorlar.

Son yıllarda bu nevi çevreler tarafından gerek okulda, gerekse bazı resmi kurumlarda dışlanmalarının, haklarında ileri geri bir araba laf edilmesinin bu davranışlarında büyük etkisi var, kuşkusuz. Tahkir darbeleriyle incinen haysiyetlerini bu yolla tamire çalışıyor olabilirler. Onların niçin böyle davrandıklarını düşünmeden edemiyorum. Bana öyle geliyor ki, bu arkadaşlar iman hakikatlerini sindiremedikleri için bir türlü kendileri olamıyor, sahiplendiklerini kimliklerini gönül huzuruyla yaşayamıyor, dinden gelen izzet ve vakarı taşıyamıyorlar.

İnanan ama garip bir hevesle sözde çağdaş ortamlarda bulunmaya can atan gençlerin bu zayıf noktasını bilen dünya ehli kimseler, hiç de onların düşündükleri gibi düşünmüyor, tersine kendilerini batıl yollarında haklı buluyor, yanlarına yanaşmaya çalışanlara tepeden bakıyorlar. Bu durum sadece kibirlerini ve gururlarını artırıyor, zira hem kendi yollarında ve yaşam biçimlerinde tutucudurlar, hem de insaf, merhamet ve adalet hislerinden yoksundurlar.

Dindar medya -dinden uzak yayıncı ve yazarların tabiriyle söylersek “dinci medya”- organlarının bazıları da, bu gencecik insanların öyle davranmalarına zemin hazırlıyor. İster farkına varsın, ister varmasınlar, gerçek bu. Söz gelişi, bu nevi gazetelerin sanat, kültür ve hayat sayfalarına bakınca görüyorsunuz ki, dindar olmayan kitlenin yaptıklarını abartarak veriyor, dindarların yaptıklarını ise ya görmezden geliyor ya da küçük bir haber olarak aktarıyorlar. Zira aynı aşağılık duygusu bazı medya çalışanlarını da etkisi altına almıştır. Yazarlar, hemen her konuda, dinden uzak kimselerin görüşlerine yer veriyor, onları birer otorite olarak tanıtıyorlar. Nice kâfirler, müşrikler, münafıklar, fasıklar bu yolla birer örnek gibi sunuluyor. Batılıların ve bizdeki Batı hayranlarının beğendikleri yazarları, sanatçıları beğenmek bir zorunlulukmuş gibi algılanıyor ve algılatıyor.

Bu sorumluluktaki önemli paylardan biri de yazarların. Söz gelişi, dindar bir yazarımız, Sartre gibi imansız bir adamı göklere çıkartabiliyor. Evet, bu adamın kendine özgü bir felsefesi, bir duruşu, bir üslubu vardır, ama aynı zamanda bu adam dinsizdir, Allah düşmanıdır, insanın özgürlüğünü Allah’a inanmamakta bulur. Karanlık bir adamdır, iman nurundan mahrumdur, bütün ömrünü batıl fikirlerini yaymakla geçirmiş, felsefesini yayarken edebiyat sanatını bir araç olarak kullanmıştır. Benzerlerinin de ondan pek farkı yoktur. Fakat gel gör ki, bizim bazı Müslüman aydınlarımız bu isimleri anmadan edebi bir yazı yazamaz ya da yazmaz. Niyetleri ne olursa olsun, sonuç budur.

Kendine yakın hissettiği medya unsurlarında ve yazarlarda bu durumu gören gencimiz ne yapsın, emin bir mevkiden fetva almışçasına o ortamlara girmekte sakınca görmüyor. Adı övgüyle anılan yazarların eserlerini okumaya can atıyor. Ancak bu yolla “aydın” olabileceği zannına kapılıyor. Sözün kısası, yeni neslimizi kendi ellerimizle birilerinin insafına havale ediyoruz. Hani neredeyse dindarlıklarından utanacakları bir hale sokuyoruz onları.

Dindar yazarların, fikir adamlarının, basın mensuplarının bu hususu ciddi bir biçimde gözden geçirmeleri, önce kendilerini sorgulamaları, sonra da bu gencecik insanlara, iman etmenin, dindar olmanın önemini anlatmaları bir zarurettir. “İnanıyorsanız üstünsünüz!” Ayeti hareket noktası olmalıdır. “İman insanı insan eder” sözü bir temel gerçeği dile getirmektedir. Adeta kendinden utanan, inancını açıklamaktan çekinen, dindar oluşunun önemini kavrayamayan, iman nurunun kazandırdığı aydınlığın farkında olamayan insanlara iman bilinci aşılanmalı, ilahi gerçekler ayrıntılı biçimde anlatılmalıdır. Dinden uzak yaşama biçiminin dıştan görünen şatafatı altında yatan çirkinlik gösterilmeli, gerçek mutluluğun imanda ve iman alanında bulunduğu gösterilmelidir.

Bu hususta sorumluluk fikir önderlerine, âlimlere, sanatçılara, yazarlara, çizerlere, yayıncılara düşüyor. Efendiler, büyük bir sorumluluk altındasınız, haberiniz olsun! İnanan insanlara imanın şerefini, vakarını, izzetini anlatın! Kendine saygısı olmayan, inancını dile getirmekten utanan, tersine imandan uzak kimseleri bir cihetle öykünmeye çalışanlara saygı duyulmayacağını izah edin. Kendini bile küfür karanlıklarından kurtaramamış yazarları, sadece üslup ve tekniklerinden dolayı göklere çıkartıp da örnek diye sunmayın, kendi büyüklerimizi tanıtın, bildirin, sevdirin. Bakın, Rabbimiz onlar hakkında ne buyuruyor:

“Onları gördüğün zaman, dış görünüşleri hoşuna gider. Konuştukları zaman sözlerine kulak verirsin. Birbirine dayalı keresteler gibidirler. Her yüksek sesi kendilerine yönelik bir tehlike sanırlar. Onlar düşmandır! Onlardan sakın! Allah canlarını alsın, nasıl da tersine çevriliyorlar!”

Kendilerinden emin bir görünüşleri vardır. Kalıplı, endamlı, ense kulak yerinde, kalantor kimselerdir. Fakat görünüşte böyledirler. Dışa aldanmamak gerekir.

Mümin, üstündür. Müslüman, izzet sahibidir. İmandan mahrum, dinden uzak kimseleri taklit etmek, onlar tarafından kabul görmeye çalışmak beyhudedir. Âdem aleyhisselamdan beri iki taraf vardır: iman ve küfür. Bu ikisi asla bir araya gelmez. İnsan da ya mümindir ya da kafir, ikisi arasında bir mevki yoktur. Her insan konumunu belirlemeli, bunu iyice netleştirmeli, ona göre bir hayat tarzı oluşturmalıdır. Birer kibir heykeline benzeyen şahıslara benzemeye çalışmak onların kibrini artırmaktan başka işe yaramaz. Onlara yanaşmak, yaklaşmak büyük hatadır, “yanaşma” muamelesi görürsünüz. Sonunda ya saflarına katılırsınız ya da uçuruma yuvarlanırsınız. Arada öyle büyük bir uçurum var ki bir arada olmak imkansızdır.

Ne yazık ki, bizim dinden uzak sanatkarlarımız nasıl batılıları öykünüyorlarsa, dindar sanatkarlarımızın ekserisi de bu mukallitleri öykünüyorlar. Ortaya konan eserler taklidin taklidi oluyor, çirkinliklerinin bir sebebi de bu. Müslüman sanatkarlara da olanca sesimle haykırmak istiyorum: Efendiler! Kendi mekanlarınızı oluşturun, dininize uygun, yasal ama cazip bir hayat alanı kurun, inancınıza paralel bir sanat ve edebiyat üretin. Gerisini sizin zekanıza havale ediyorum. Zira arife tarif gerekmez, bir işaret kafidir!

Ömer Sevinçgül


Konular