FAYDASIZ İLMİ TANIMA ÖLÇÜLERİ

İnsan, başta dînî bilgiler olmak üzere, ilmin her dalında ihtisas sahibi olmak ister. Bu arzu; ilmin yayılmasına, şubeleşmesine ve tarih boyunca pek çok âlimin yetişmesine vesile olmuştur. Zihinle birlikte kalpleri aydınlatan bilgiler, ilim adamlarını öyle bir gayrete sevk etmiştir ki, aş ve maaş beklemeden, hiçbir maddî hevesin peşine takılmadan, "Cenâb-ı Hakk'ın rızası için talebe yetiştirme" idealine vücutlarını vak-fetmişlerdir. Bu idrakle perçinlenen dinamizm, tarihlere şan veren ilim erbabının yetişmesine, kütüphanemizi dolduran ve fikirlerimizi aydınla-tan eserlerin vücuda gelmesine âmil olmuştur.

Bu idrake sahip ilim kutupları arasında öyle mümtaz şahsiyetler yetişmiştir ki, bir taraftan talebesinin iâşe ve ibatesiyle meşgul olmuş, diğer taraftan onların dimağını "bilgi iksiri" ile ve kalplerini ehli sünnet akideleriyle doldurmuştur. Bu gayret, sönmeye yüz tutmuş ilim meşalesinin yeniden parlamasına, gözlerin aydınlanıp fikirlerin berraklaşmasına hizmet etmiş, faydalı ilmin esaslarını hacimde şekil gibi dimağlara nakşetmiştir. Bu ideal, billurlaşan bir pınarın şelaleye dönüşmesi gibi, maziden istikbale doğru devam etmiştir.

İlim, insanlara faydalı olduğu nisbette değer kazanır. Hakkı ve hakikati tanımakta istimal olunmayan, insanların inanç ve ahlâkını düzeltmekte kullanılmayan, halkın düştüğü sıkıntılı durumlara çözüm aramaya vasıta kılınmayan, hidayet ile dalâletin tefrikine ışık tutmayan ve sahibinin kafası içinde hapse mahkum olmuş bir ilim, "faydasız bilgi" olarak tavsif olunmalıdır.

İlmin faydasız hale gelişi, bilginin çeşiti itibariyle değil, insanlığın zararına kullanılması veya halkın hayrına istimal edilmemesi sebebiyle olur. Ulvî bir mefkurenin yerleşmesine hizmet etmeyen ve -hele- şerre alet edilen bir ilim, sahibinin mesuliyetine sebep olur. Gerek tahsil hayatımızda, gerekse bilgimizi kullanmakta hataya düşmememiz için bizleri uyaran Peygamberimiz, "Allahtan faydalı ilim isteyiniz ve faydasız bilgiden Allah'a sığınınız" (1) buyurmaktadır.

İlmin faydasız hale gelmesi, bilginin zâtından değil, ârızî sebepler-den kaynaklanmaktadır. Bu da ilmin kullanılış şekli veya kalpteki niyyetlerle bağlantılı bulunmaktadır. Onları şöyle sıralayabiliriz:

a) Halkın dertlerine çare aramakta kullanılmaması.
Dînî bir mevzuda son derece sıkıntıya düşen bir kimse, sorusuna cevap bulabilmek için, bilgisine güven duyduğu bir âlime müracaat eder. Ondan alacağı cevap, itikadî bir meseledeki tereddüdünü giderecek, vazife ile ilgili bir hususta hataya düşmekten koruyacak veya halka haksızlık yapmaktan sakındıracaktır. Şahsına yöneltilen sorunun cevabını vermekten çekinen bir ilim adamı, işlenen hatanın yerleşme-sine ve devamlı hale gelmesine zemin hazırlamış olur. Bu ihmâlin âhiret hayatındaki sorumluluğunu açıklayan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: "Kimin ilminden (bir meselenin açıklanması) iste-nilir de o da bunun cevabını gizlerse, Allah da kıyamet günü o kimsenin ağzına ateşten bir gem takar" (2).

Bu hadis-i şerifte haber verilen azabın ağız yolu ile tatbikindeki hikmet, ilim sahibinin hakikati açıklamayışından ve sükut zilletini "hakkı açıklama" izzetine tercih etmesinden ileri gelmektedir. İnsanların meselelerine çözüm getirecek ilmî bir cevabı gizleyen, halk çırpınırken hissiz ve hareketsiz kalan, beşeriyyetin derdine merhem olmayan kimse, insanlıktan tecerrüt etmiş olur. Bu derece hissiz, hareketsiz ve halka verimli olmaktan uzaklaşan bir şahıs, suret itibariyle insana benzese de, hayvanlar seviyesine düşmüş olur. Biyolojik insan olmaktan ötede bir değeri olmayan bu kimsenin ağzına ancak "gem" yaraşır.

b) İlmin bilginlerle münakaşa yapmakta kullanılması.
İlim adamları ile münakaşaya girip kendisinin daha bilgili olduğunu göstermeye heveslenmek ve ulaşacağı süflî bir sonuçla böbürlenmek, mahcup ettiği ilim adamının gücenmesine, "Hak için halka hizmet" fikrinden soğumasına ve uzaklaşmasına sebep olur. Unutulmaması lâzım gelen bir hususu açıklamayı zaruri bulmaktayız: İlmin üstün seviyedeki faydası, bilgi ile mücehhez kimsenin, insanları Allah'ın razı olacağı yola sevk etmesi ile tahakkuk eder Bu çizgiden inhiraf eden bir şahsın öğrendiği bilgiler, sahibini tehlikeli yollara sevk eder.

c) Öğrenilen ilmin halkı tereddüde sevk etmekte istimal edilmesi.
Tefekkür kabiliyeti zayıf bulunan ve İslam dininin hükümlerini hak-kıyla öğrenmemiş kimseleri muğlak sözlerle şaşkına çevirmek, halkın dînî naslara güvenini sarsar ve onları Allah yolundan soğutup safsatalarla meşgul olmaya sevk eder. Bu gibi zararlı bir çığır açmaya cüret eden şahsın uhrevî sorumluluğunu tesbit eden bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır: "Kim ilim adamlarına (karşı) münazara yürütmek için veya beyinsizleri şekke düşürerek onların yüzünü kendi tara-fına çevir (ip taraftar topla) mak için ilim (öğrenmek) isterse Allah onu ateşe sokar" (3).

d) İlmin sadece maddi menfaat temin etmek için öğrenilmesi.
İlim sahasında ihatalı bir vukufa sahip olan zât, tahsil ettiği bilgiyi faydasız hale getirmemek için, Cenâb-ı Hakk'ın rızasından başka bir şey beklemeden halkı tenvir etmeye çalışmalıdır. İlmi servet yığmada basamak olarak kullanmak, onu faydasız hale getirmeye sebep olur. Bu hatalı tutumu alışkanlık haline getiren kimseleri uyaran Peygamberimiz, şöyle buyurmaktadır: "Kim aziz ve celil olan Allah'ın cemâli (ve rızası) istenilecek şeylerden biri bulunan ilmi, dünya malından bir metâa erişmek için öğrenirse, kıyamet günü cennetin kokusunu bulamaz" (4).

e) İlmin kalbe yerleşmemesi.
Kalp, vücut ikliminin sultanı ve Cenâb-ı Hakk'ın nazargâhı; dil de kalbin tercümanı durumundadır. İlmi, vücut ikliminin hükümdarı bulunan kalbin hizmetinden alıp dilin emrine vermek, bilginin faydasız hale gelmesine sebep olur. Zira kalbin derinliklerine yerleşmeyen bir bilgi, muhatabın kulağına takılır kalır ve gönlüne tesir icra edemez. Akılların muallimi ve vicdanların mürebbisi bulunan Peygamberimiz, bu hususta bizleri uyarmakta ve "İlim iki çeşittir. Biri, kalbin içinde bulunan ilimdir ki, faydalı olan işte budur. Diğeri dilin üzerinde (dolaşmakta) bulunan ilimdir ki, bu, Âdemoğlunun aleyhine olacak Allah'ın bir huccetidir" (5) buyurmaktadır.

f) İlmin sadece ünvan kazanmak için öğrenilmesi.
Bilgisini artırmak ve hazırladığı tez ile ilim sahasında söz sahibi ol-mak isteyen bir kimse; bu gayeye erişmeyi memleketini yükseltmek, milletini muasır milletler arasında saygılı hale getirmek ve istikbâlimizin ümit kaynağı bulunan gençleri faydalı birer insan olarak yetiştirmek için çalışmalıdır. "İnsanların hayırlısı, halka faydalı olandır" düsturunu kendine rehber edinen bir ilim adamı, ebedi hayatın mükâfatlarını ön planda tutmalı ve "alim desinler" hevesinin cazibesine kendini kaptırmamalıdır.

Bir ilim otoritesi, yetiştirmekle mükellef bulunduğu talebenin başı-nın içi ile meşgul olmalıdır. Kafa yapısı itibariyle "münevver" hale gel-miş bir talebenin giyiniş tarzı; iklim şartları, örf ve inançlarla ilgili olarak farklılık arzedebilir. İlim ve bununla mütenâsip terbiyeyi öğrenmek için
karşısında oturan talebeler arasından başında"türban" bulunan kız öğrenciye husumet besleyen bir ilim adamı, câhilâne taassuba saplanırsa onun ilminden ne kendi faydalanabilir ne de başkaları istifade eder. Cehâlet karanlıkları içinde bocalayan kimse ile nefsinin saplantılarından kurtulamayan üniversite hocası arasında fîlî bir fark ve mümeyyiz bir vasıf yoksa, onun ilminin kâmil mânâda bir faydası yok demektir.

(i)Feyz'ül-Kadir, c. 4, sh. 108.
(2) Ebû Dâvûd, c. 3, sh.321.
(3) Tuhfet'ül-Ahvezî, c. 7, sh. 414.
(4) Ebû Dâvûd, c. 3, sh. 323.
(5) et-Teğib ve't-Terhîb, c. 1, sh. 103.