CEM'U TAKDİM VEYA CEM'U TE'HİRDE MEZHEPLER ARASI ÖLÇÜLER

Her cemiyette ve her ekolde farklı grupların bulunması tabiîdir. İfrat ve tefriti müdafaa edenler, istisnayı teşkil etmekle beraber, fikir sahasının en fazla ses çıkaran orkestraları olmaktadırlar. Mutedil ekseriyetler, ilmî vakarı koruyalım derken, çok kere vâveylâ ayyuka çıkmakta ve yangın bacayı sardıktan sonra söndürülmesi kolay olmamaktadır.

Son günlerde amelî mezheblerde, bazı şart ve kayıtlara bağlı ola-rak ve mutlaka mazeret esasına dayamak suretiyle, verilen "Cem'u takdim" veya "cem'u tehir" müsadesini ellerine alıp dillerine dolayan bazı kimseler, televizyon ekranlarına çıkarak bu işi deformist bir istika-mete doğru kaydırma gayreti göstermektedirler. Bundan faydalanan bulanık su avcıları, "Namazların hepsini bir defada ve akşamleyin kıl-sak olmaz mı?" gibi sorular üretmektedirler. Bu hususta fikrimizi beyan etmeden önce, mezheblerin görüşlerini ve ileri sürdükleri şartları açık-lamak isteriz.

MALİKÎ MEZHEBİNİN GÖRÜŞLERİ:

Malikî mezhebinde "Cem'u takdim" veya "Cem'u te'hirin sebepleri altıdır: Yolculuk, hastalık, yağmur, kamerî ayın son günlerinde karan-lıkla birlikte çamur olması, hacca giden kimsenin Arafat'ta bulunması ve bir de Müzdelife'de bulunmasıdır.

Bu sebepleri kendi bölümlerinde biraz açmaya çalışalım: a) Seferîlik:
Malikî mezhebinde kast edilen yolculuk, mutlak mânâdaki bir sefer olmaktadır. Gidilecek yer, dört rek'atli namazı kasr etmeyi gerektirecek bir mesafede olsun veya olmasın aynı hükme tâbidir. İşlenmesi haram veya mekruh bulunan bir iş için yola çıkılmaması halinde, bu mezhebe göre, iki namazı (meselâ öğle ile ikindiyi) bir arada kılmak caiz görülmüştür. Verilen bu müsade, iki şarta bağlıdır: Bunlardan birincisi, müsafirin istirahat için konakladığı yerde öğle vaktinin girmiş olması, ikindi vakti girmeden oradan ayrılma niyyetinde olup bundan sonra istirahat molasını güneş battıktan sonra yapmaya kararlı olması gerekmektedir.

Şayet güneşin sararmasından (kerahet vaktinin girmesinden) önce bir yerde konaklama yapacak ise öğleyi oradan ayrılmadan önce edâ etmesi; ikindiyi de konaklayacağı yerde kılması vacibtir. Bu zaman (ikindi namazı için) ihtiyarî bir vakit olmakta ve ikindiyi öne almak için mucip bir sebep de bulunmamaktadır. Bu durum müvacehesinde şartlar oluşmadığından dolayı, ikindiyi öne alıp öğle ile birlikte kılacak olursa günah (işlemiş olmak) ile birlikte, namaz sahih olur ve fakat konuklayacağı yerde, ihtiyari vakit içinde, iade etmesi mendubtur.

Güneşin sararmasından sonra ve fakat batmasından önce oradan ayrılacak ise, öğleyi oradan ayrılmadan önce kılar. İkindiyi eda husu-sunda serbest olur. Dilerse öne alarak (öğleyle birlikte) kılar; arzu ederse vardığı yerde eda eder. Çünkü her iki halde eda, zaruret vak-tinde vaki olur. Şayet öne alarak öğle ile birlikte kılsa, sefer sebebiyle öne alınmış ve zaruret vaktinde kılınmış; tehir ederse meşru olan zaru-ret vaktinde eda etmiş sayılmaktadır.
Oradan yola çıkacağında öğle vakti girmiş bulunursa, gideceği ye-re güneşin sararması vaktinde veya daha önce inmeye kararlı ise, o kimseye öğle namazını ikindi ile birleştirmesi caizdir. Şayet akşamdan sonra konaklamaya niyyetli ise ikindi ile birlikte kılmak üzere öğleyi te-hir etmesi caiz olmaz,

b) Hastalık:
Bir kimse hasta olur da her namaz için ayağa kalkması veya ab-dest alması kendisine meşakkat verirse, (Malikî mezhebine göre) bu durumdaki hastaya öğle ile ikindiyi veya akşam ile yatsıyı "sûretâ" cem etmesi caizdir. Sûretâ tabiri, (ve kayd-i ihtirâzisi) ile ifade edilen iki na-mazın bir arada kılınmasının tatbiki şöyle olacaktır: Öğle namazını kendine mahsus ihtiyâri vaktin en sonunda, ikindiyi de İhtiyârî vaktin girişinde kılmaktır.

Akşamla yatsının "cem'u tehir"indeki tatbikat da "sûretâ" bir cem'u tehir olmaktadır. Şöyle ki: Akşam namazını şafağın gaybolmasından önceki vakitte, yatsıyı da şafağın kaybolmasından sonraki ilk vakitte eda eder. Bu tatbikat şekli, her namaz kendi vakti içinde eda olundu-ğundan dolayı, hakiki mânâda bir cem' (toplama) değildir. Bu uygula-ma, mazeret sahibi bir kimse için kerahetsiz bir cem'u tehir olmaktadır. Mazereti bulunmayan bir kimseye gelince, her ne kadar bu sûrî cem' etme şekli caiz ise de, evvelki namazı ilk vaktinde kılmanın fazileti geçmiş (kaçırılmış) olmaktadır.

e) Yağmur ve gece karanlığı ile birlikte bulunan çamur:
Üçüncü ve dördüncü sebep bulunan yağmur ve gece karanlığı ile birlikte çamura gelince, halkın başını örtmeye müessir olacak derecede fazla bir yağış; ayaktaki pabucun çıkmasına sebep olacak derece-de yapışkan bir çamur yaygın hale gelmiş ise, akşam ile yatsı namazını akşam vaktinde (cem'u takdim şekliyle) kılmak caiz görülmektedir. Bu cevaz, namazın mescidde kılınması şartına bağlıdır. Bu müsadenin dayandığı sebep ve hikmet, namaz kılan erkek mü'minlerin yatsı na-mazını cemaatle kılma alışkanlığını meşakkatsiz olarak muhafaza etmeleridir.

Cemaat, akşam namazı vaktinde meşakkatsiz olarak mescide gider ve her iki namazı bir defada (ve akşam vaktinde) kılarlar. Bu tatbi-kat, evlerde namaz kılacak olanlar için geçerli değildir.

d) Beşinci sebep, Arafat'ta bulunmaktır. Hacca giden kimse için Arafat'ta, öğle ile ikindiyi cem'u takdim suretiyle eda etmek sünnettir.

e) Altıncı sebep, hacca giden kimsenin Müzdelife'de bulunmasıdır. Arafat'tan ayrıldıktan sonra, Müzdelife'ye ulaşıncaya kadar akşam na-mazını tehir edip, yatsı vaktinde, akşamla yatsıyı "cem'u tehir" suretiy-le kılmaktır.

ŞAFİÎ MEZHEBİNİN GÖRÜŞLERİ:

Şafiî mezhebine göre, zikredilen iki namazı cem'u takdim veya cem'u tehir şekliyle birleştirmek, sefer mesafesindeki bir yere yolculuk yapan kimse için caizdir. Yağmur sebebiyle sadece "cem'u takdim" yapmak da caiz görülmektedir.
Cem'u takdimde altı şartın bulunması gerekmektedir:

1- Vaktin namazına önce başlanacaktır. Eğer öğle vaktinde onunla birlikte ikindiyi kılmayı dilerse önce öğle namazını eda etmesi gerekir. Şayet buna aykırı bir yol takip edip önce ikindiyi kılsa, vaktin namazı olan öğle sahih olur. İkindi ne farz olarak ne de nafile bir namaz olarak geçerli olmaz.

2- Başlangıçta öğlenin peşinde ikindiyi eda etmeye kalbiyle niyyet etmektir. Bu niyyet, birinci namazın içinde yapılmış olmalıdır. Velev ki selâm verme halinde olsun. Tekbir almadan önce veya selâmdan son-ra olan (niyyet) yeterli olmaz.

3- İki namazın birbiri peşinde kılınmasıdır. İki rek'at namaz kılmaya yetecek kadar aralarında bir zaman geçmemelidir.

4- İkinci namaza başlayıncaya kadar yolculuğun devam etmesidir. İkinci (kılacağı) namaza başlamadan yolculuğu kesecek olursa, sebep ortadan kalktığı için, iki namazı bir arada toplaması caiz değildir.

5- İkinci namaza kadar birinci namaz vaktinin bekası lazımdır.

6- İlk namazın sahih olduğu zannı galibi olmalıdır.
Şafiîlere göre, seferde namazın cem'u tehir olarak kılınmasında iki şart aranmaktadır:

Birincisi, ilk namazın tam veya seferî olarak edasına müsait vakit bulunmakla beraber, namaza ikinci vakitte kılmaya niyyetlenmiş bulunmak. Şayet niyyet etmiş olmazsa o namazı eda için vakit kalmadığın-dan ikinci namazın vaktine tehire niyet ederse isyankâr bir tutum içine girmiş ve o namazı kazaya bırakmış olur.

İkincisi, seferin devam etmesidir. O namazı kılmadan önce seferilik son bulmuş olursa, tehirine niyyet ettiği namazı kazaya bırakmış sayılır.

Bu şartların mevcut olması halinde cem'u tehir yaparken iki namaz arasında tertibe riayet ve birbiri peşine kılıp fasıla vermemek, Şafiî mezhebine göre, sünnettir.

HANBELÎ MEZHEBİNİN GÖRÜŞLERİ:

Öğle ile ikindiyi veya akşamla yatsıyı takdim veya tehir suretiyle cem etmek, mübah ise de terk edilmesi evlâdır. Ancak Arafat'ta öğle ile ikindi namazlarını cem'u takdim suretiyle; Müzdelife'de akşamla yatsıyı cem'u tehir şekli ile bir arada kılmak sünnettir,

Hanbelî mezhebinde iki namazı bir arada kılmanın mübah olması da bazı şartlara bağlanmış bulunmaktadır. Şöyle ki:

a)Namaz kılacak kimsenin, dört rek'atli namazı kasrı salât edecek (iki rek'at kılacak) mesafedeki bir yolculuğa çıkmış olması,

b) Hasta olup, cem1 etmeyecek olursa meşakkate düşecek durumda bulunması,

c) Kadın için süt emzirdiği bir çocuk bulunması veya istihaza kana-ması ile mazur durumda olması şarttır. (Su ve teyemmümle taharetten aciz durumda bulunan âmâ kimseye de iki namazı bir arada kılmak, bu mezhebe göre mübah görülmüştür (1).


HANEFÎ MEZHEBİNİN GÖRÜŞLERİ:

Arafat'ta ve Müzdelife'de bulunan hacı namzetlerine bazı şartlara dayalı olarak verilen müsaadenin dışında, iki namazı bir arada kılmaya ne seferîlik halinde ne de hazarda bir özre bağlı olmak suretiyle olsa bile, verilmiş bir cevaz yoktur (2).

Arafat'ta bulunan hacılara şu dört şarta dayalı olarak cem'u takdim sureti ile öğle namazıyla ikindi namazını, öğle vaktinde, (fıkhî tatbikata uygun biçimde) kılmaya izin verilmiştir. Bahsi geçen şartlar:

a) Arefe günü Arafat'ta olacaktır:
Bu gün, hacı namzetleri haccın büyük bir rüknü bulunan vakfe ile meşgul olacaklarından ve Cenâb-ı Hakk'a dua edeceklerinden dolayı bu vazifelere yetecek geniş bir zamanın kalması için bu cevaz verilmiş bulunmaktadır.

b) Hac için ihramlanmış bulunmak:
Diğer kimseler için vakfe meşguliyeti ve zaman darlığı mevzûi bahs olmadığı için bu müsade onlara şâmil değildir.

c) Namazı imamın arkasında cemaat olmak suretiyle kılmak:
Namazlarını münferiden kılma durumunda olan kimse, öğle ve ikindi namazlarını cem edemez. Her namazı kendine mahsus vakit içinde kılar.

d) Öğle namazının sahih olarak ifâ edilmiş olması:
Şayet öğle namazının farzının fâsit olduğu anlaşılırsa iadesi vacip olur ve bu durumda ikindiyi onunla birlikte cem ederek kılmak caiz ol-mayıp kendi vakti içinde kılmak gerekir.
Cem'u tehir için verilen müsaade, iki şarta bağlıdır: Birincisi, Müzdelife'de bulunmak, İkincisi, Hac için ihrama girmiş olmak.

Bu şartların bulunması halinde akşam ile yatsı namazlarını, yatsı vaktinde, cem'u tehir suretiyle kılmaya müsaade vardır.
Bu açıklamalar dikkatle incelenecek olursa, her biri müctehid-i mutlak bulunan mezheb imamlarının iki namazı bir arada kılmanın ce-vazında ileri sürdükleri şartları burada takatimiz nisbetinde açıklamaya çalıştık. Şimdi kendi düşüncelerimizi dile getirmek istiyoruz:

Her aklın, kavraması kolay olmayan dinî mevzular, ilmî mehafilde konuşulabilir. Akademik kariyere sahip bulunmayan avam tabakasının yanında ciddi mevzuları müzakereye kalkışmak, yanlış anlamalara ve hatalı tatbikata sebep olabilir. Hatta anlatanla dinleyen arasında lü-zumsuz münakaşaların çıkmasına vesile teşkil eder. Bu ciheti dikkate alan ilim erbabının "İnsanlara akıllarının alacağı kadar konuş" hadis-i şerifinin çizgisinden ayrılmaması gerekir. Ebû Hüreyre (r.a.)'nin "Ben, Resulullah (s.a.v.)'den iki kap (ilim doldurup) hıfz ettim. Birine gelince onu (sizlere) dağıttım. Diğerine gelince, şayet onu sarf etsey-dim benim şu boğazım kesilirdi" (3) demesi, kişinin ilmî ve -hele- dinî mevzularda göstermesi gereken ihtiyatı ve ciddiyeti tescil etmektedir.

Hanefî mezhebinden olan bir kimsenin diğer hak mezheblerin hü-kümlerini de dikkate alarak ihtilaftan kurtulmaya çalışması müstehab-tır. Deve eti yiyen şahsın, Hanbelî mezhebinin ihtilafından; eli zevcesi-nin tenine değen kimsenin Şafiî mezhebinin ihtilafından kurtulmak için abdest alması, ihtiyata riayetiyle birlikte, işlediklerinin mezheb imamla-rının icmaı ile sahih olmasına zemin hazırlar (4).

Müctehid derecesinde bulunan ilim kutuplarının takip ve tavsiye et-tiği ihtiyat yolu bu iken, okumadan âlim ve yazmadan kâtip geçinen za-manımızın rehâvet taraftarları, her mezhebten kolayına gelen hüküm-leri araştırarak montaj bir mezhep yapma cür'etini göstermektedirler. Üzerine köpek değse Malikî, vücudundan kan çıkmış olsa Şafiî, eli hanımının tenine değse Hanefî, başka bir meselede Hanbelî gibi hareket etmektedirler.


Bu tip cür'etkârlar; ne Hanefî'dir, ne Malikî, ne Şafiî'dir ne de Han-belî... Bunlar, "lâübalî"liği meşrep edinmiş tenbelî güruhudurlar. Taklit erbabından bile olamayan bu gibi kimseler, müctehid edası ile ahkâm üretmekte ve din kardeşlerimizin zihnini karıştırıp zararına sebep ol-maktadırlar. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), bu tehlikeye karşı bizi şöyle uyar-maktadır: "Dinin âfeti üçtür; fâcir olan fakih, zâlim olan imam (hü-kümdar), bir de cahil (olduğu halde) müctehid (görünme hevesli-si)dir" (5).



(1) el-Fıkh alâ Mezâhibi'l-Erbea, c. 1, sh. 374.
(2) ei-Fıkh alâ Mezâhibi'I-Erbea, c. 1, sh. 373.
(3) Buhârî, c. 1,sh.38.
(4) Nûru'l-İzah, sh. 21.
(5) Aclûnî: Keşfü'l-hafa ve müzîlü'l-ilbas, c. 1, sh. 18