RESULULLAH (S.A.V.)İN EHL-İ BEYTİNİ TANIMAKTA VE SEVMEKTE ÖLÇÜ

Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beyt'ine muhabbetin lüzum ve faydala-rını izaha başlamadan önce, bu şerefe erişmiş bulunan bahtiyarların kimler olduğunu açıklamaya çalışalım. Bu hususta birbirinden farklı görüşler vardır. Şöyle ki:
(4) Sûre-i Zuhruf, 36.

a) Ehl-i Beyt, Peygamber (s.a.v.)'in zevceleridir:

Bu görüşün sahipleri "... Ey ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister" (1) âyetinden önceki ve bir sonraki âyet-i kerimelerde Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerine hitap edil-mesini dikkate alarak, "Ehli Beyt'ten maksat, ancak zevcât-ı tâhirât'tır" demişlerdir. Ashabtan Abdullah bin Abbas (r.anhüma) ile, tabiînden İkrime'nin görüşü budur (2).

b) Ehl-i Beyt'ten murad âl-i abâdır:

Âl-i Abâ; Peygamberimiz Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz, Hüseyin'dir. Ashab-ı kiramdan Ebû Said (r.a.) ile tabiînden Mücahid ve Katade gibi ilim erbabının görüşleri, Ehl-i Beyt ile sadece Âl-i abâ'nın kast olunduğudur.

c) Ehl-i Beyt'ten maksat Hâşim oğullarıdır:

Ehl-i Beyt denilince bütün soy kast olunur. Bu görüşün sahiplerine göre, kendilerine sadaka almak haram olan Hz.Ali ve onun soyundan gelenler, kardeşleri Akîl ve Cafer ile onların sulbünden gelenler, Hz. Abbas ve onun soyundan gelen kimselerdir. Ashabtan Zeyd bin Erkam ile Şafiî âlimlerinden İbni Hacer Heysemî'nin görüşleri bu istikamette-dir(3).

d) Ehl-i Beyt, diğer görüşleri de içine alan daha geniş bir topluluk-tur:

Âyet-i celilede zikredilen, tefsir ve tevile muhtaç bulunan "Ehl-i Beyt'e, asıl olarak, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa, Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin dahildirler. Fer'an zevcât-ı tâhirât ile Peygamber (s.a.v.)'in diğer kızları ve onlardan mey-dana gelen torunlarıdır. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebinin görüşü bu istikamettedir. İmam Süyûtî, Mukatil ve Makrizî'nin görüşleri
deböyledir.

Önceki görüşleri birer birer ele alıp, haklı olan yönlerini dile getir-dikten sonra, tavziha muhtaç noktaları açıklamak isteriz. (a) Paragra-fında zikredilen zâtların görüşlerinin doğru olduğu aşikârdır. Zira âyet-i kerimenin bir evvelinde ve bir sonrasında gelen diğer âyet-i celileler-den anlaşılan mânâ da bunu teyid eder mahiyettedir. Meseleyi daha etraflıca tetkik etmeye zemin hazırlamak için bahsi geçen üç âyeti ıttı-laınıza sunmak isteriz:

"Ey Peygamber kadınları! Siz (diğer) kadınlardan (herhangi) biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tamâa düşer(ler). Sözü maruf vech ile (ve ağır başlı) söyleyin. (Vakar ile) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri ka-dınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dosdoğru kılın. Zekâtı verin. Allah ve Resûlü'ne itaat edin. Ehl-i Beyt! Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister. Allah'ın, evlerinizde okunup duran, âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz ki Allah, her şeyin iç yü-zünü bilendir, (Herşeyden) hakkıyla haberdardır" (4).

Âyet-i kerimede Peygamber (s.a.v.)'in kadınlarına hitap olunduğu için, Ehl-i beyt tâbirinden akla ilk gelen onlar olacaktır. Fakat mesele üç bû'dlu olarak ele alındığında, usûl ilmi ve mantıkî ölçüler müvace-hesinde tetkik ve tahlil edildiğinde, sadece zevcât-ı tâhirâtın kast olun-madığı açığa çıkmaktadır. Eğer maksûd yalnızca Peygamber (s.a.v.)'in kadınları olsaydı müennes zamiri olan "künne" ile hitap vaki olacak; onlardan bahs olunurken de "hünne" zamiri istimâl edilmesi gerekecek idi. Zira müennes zamiri sadece kadınlar için kullanılır.

Halbuki âyet-i celilede Ehl-i Beyt tâbirinde "küm" zamirinin kullanıl-dığı görülmektedir. Bu takdirde, tağlip tarikiyle hem erkeğe hem de kadına şamil olmaktadır. Binaenaleyh, Peygamberimizin zevceleri ile be-raber çocuklarına, erkek ve kadın diğer torunlarına ve akrabasına şâmildir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhümâ), Resûl-i Ekrem'in to-runlarından olduğu gibi, Hz. Ali de Peygamber (s.a.v.)'in evinde yetiş-miş ve Hz. Fatıma (r.anha) ile evliliği dolayısıyla münasebet-i hâssayı haiz olmuştur.

Hz. Aişe'den rivayet olunan bir hadis-i şerif bu iddiamızı teyid et-mektedir. Peygamber (s.a.v.) bir sabah üzerinde siyah kıldan dokun-muş nakışlı bir aba olduğu halde çıkmıştı. Bu sırada Hasan (r.a.) geldi. Onu (bu abanın) içine aldı. sonra Hüseyin (r.a.) geldi. Onu da aldı. Da-ha sonra Hz. Fatıma geldi onu da aba içine aldı. En sonunda Ali geldi onu da (yanlarına) aldı. Sonra "Ey ehl-i Beyt! Allah sizden ancak ki-ri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister" (5) mealindeki âyeti tila-vet etti.

Ümmü Seleme (r.a.) naklediyor: Resulullah (s.a.v.) benim odama gelmiş ve (bana hitaben): "Hiçbir kimseye benim (yanıma girmesi) için izin verme" buyurmuştu. Derken Fatıma geldi. Onu babasın(ın yanına almak)tan engellemeye gücüm yetmedi. Sonra Hasan geldi. Onu da dedesinin ve annesinin huzuruna girmesini engellemeye (vic-danım razı olmadı ve) gücüm yetmedi. Daha sonra Hüseyin geldi. Onu da dedesinin ve annesinin yanına almamaya gücüm yetmedi. En so-nunda Ali geldi onu da engellemeye muktedir olamadım. Bu suretle hepsi bir arada toplanmış oldular. Resulullah (s.a.v.), üzerinde bulu-nan çul(dan aba) ile onları sardı ve "Bunlar benim ehl-i beytimdir. Onlardan (manevî) kiri gideriver ve kendilerini tertemiz kılıver" de-di. Onlar bu minval üzere bulunurken bu âyet indi. Ümmü Seleme (r.anha), "Ben, Ey Allah'ın Resûlü! Ya ben? Allah'a andolsun ki ben bu nimetten faydalanamıyorum" dedim. Resûl-i Ekrem (s.a.v.): "Sen hayra müteveccihsin" buyurdu (6).

Ehl-i abâ'nın Ehl-i Beyt'ten olması, diğer kızlarının ve onlardan olan to-runlarının da Ehl-i Beyt'ten olmasına mani değildir. bilakis mantıkî silsi-le ve ilmî kaziyye bunu gerektirmektedir (7).

Evet, bu hadis-i şerif Âl-i abâ'nın Ehl-i Beyt'ten olduğunu sarahat-le ortaya koymaktadır. Fakat onlardan başkasının Ehl-i Beyt'ten olma-dığına delâlet etmemektedir. Şia'nın bu husustaki iddiası bâtıldır (8).

Zikri geçen Âl-i abâ'ya gelince, hiç şüphesiz onlar asıl olarak bu silke dahil bulunmaktadır ve Ehl-i Beyt'in birinci kademesini teşkil et-mektedir. "Âl-i abâ" tâbiri ile "Ehl-i Beyt" ünvanı arasında mantık ilmine göre "umum husus mutlak" kaidesi caridir. Yani ehl-i abâ'dan olan her fert "Ehl-i Beyt'tir. Ehl-i Beyt'ten bulunan her şahıs "Ehl-i abâ"dan de-ğildir. Bu tâbirlerin ayn zaviyelerden ele alınıp tetkik ve tesbiti gerek-mektedir. Aralarında farklılık vardır ve fakat zıddiyet yoktur. Ehl-i Beyti âl-i abâ ile sınırlamak, âyet-i kerimenin alt ve üstündeki âyet-i celileleri dikkate almamak ve ilmî bir hakikati görmezlikten gelmek olur (9).

Binaenaleyh Âl-i abâ, zevcât-ı tâhirat, Resûl-i Ekrem'in diğer kızla-rı ve onlardan olan torunları, Hz. Ali (r.a.)'in soyundan gelen sâdât-ı kirâm, kendilerine sadaka almak haram kılınan Hz. Abbas ile onun evlâdı, Hz. Ali'nin kardeşi Akîl ile Cafer ve onların evladı "Ehl-i Beyt" ünvanını haiz bulunmaktadırlar. Efdaliyet yönündeki farklılık, tâli dere-cede kalan bir husustur. Onların Ehl-i Beyt'ten olduğu kesin delillere dayalı bir gerçektir.

Ehl-i Beyt'e candan bir sevgi beslemeye gelince, Şûra Sûresi'nin "Ben bu (tebliğime) karşı akrabalıkta sevgiden başka hiçbir mükâfat istemiyorum..." meâlindeki 23. âyetinin muhtemil bulundu-ğu üç mânâdan biri, Ehl-i Beyt'e meveddet ve candan sevgi istenil-mektedir (10). "el-Kurba"dan kasd olunan zümre, Ehl-i Beyt'tir. Bu laf-zı, Âl-i abâ ile tefsir edenler, bir hususu dikkatten uzak tutarak isabetsizlik yapmışlardır. Şöyle ki: Bu sûre Mekke'de nazil olmuştur. Hz. Fâtıma'nın Aliyyü'l-mürtezâ ile evliliği, hicretin ikinci senesinde ve Be-dir harbinden sonra olmuştur. Bu tarihî gerçek ortada dururken "el-Kurbâ", "Âl-i abâ"dır demek, yanlışta ısrar etmek olur (11).

Nakle ve akla uygun düşen mânâya gelince, "Ben, sizden dünyevî bir menfaat talep etmiyorum. Ancak Ehl-i Beytime sevgi göstermenizi arzu ediyorum. Tâ ki onlardan faydalanma ve irşad olunma yolu devamlı (açık) olsun. Çünkü onlar, tevhid-i zâtî fıtratı üzerine yaratılmış bulunmaktadırlar" (12).

Ehl-i Beyt'e sevgi beslememizi telkin eden hadis-i şeriflerde şöyle buyurulmaktadır: "Yıldızlar, semâ halkı için; Ehl-i Beyt'im de üm-metim için emân (ve güvence)dir" (13). "Ehl-i Beytimin meseli, sefine-i Nuh'un benzeridir. Kim ona (gemiye) bindi ise necat bul-du. Kim de muhalefet edip geri durdu ise boğul(up)helak ol)du"(14).

İmam Şafiî şu iki beyti ile hem ehl-i beyte muhabbetin lüzumunu hem de namazlarda onlara salât-ü selâm okumanın farz olduğu ictiha-dını ifade etmektedir:

Ya ehle beyti Resûlillâh! hubbükümû,
Farzun minallâhi fi'l-Kur'âni enzelehû,
Kefâküm min azîmi'l-kadri innekümû
Men lem yusalli aleyküm lâ salâte lehû (15).

Aktâb-i kiramdan Abdülkadir Geylanî (k.s.) da şu iki beyti ile onlara olan saygı ve sevgisini dile getirmektedir: Lî hamsetün utfî bihâ, Harre'l-vebâi'l-hâtıma. el-Mustafâ vel-Mürtezâ, Ve'b-nâhümâ ve'l-Fâtıma, (16).

Onların ayaklarının tozu, gözümüzün sürmesi mesabesindedir. İslâmî ölçülerin çerçevesi içinde Ehl-i Beyt'e candan sevgimiz ve hür-metimiz vardır. İnci, akik ve zeberced gibi huliyyat nev'inin mücevherât ile mukayesesinde görülen farkları gibi, Ehl-i Beyt'in diğer müminler-den üstünlükleri bulunmaktadır. Bu, Allah'ın onlara bir lütfudur. Allah, istediğini istediğine verir ve istediği zaman almak kudretinin sahibidir.

Bu husustaki kırık dökük ifadelerimizi kısa bir nazımla noktalamak isterim:
Ey yüce Peygamberim, Her hususta rehberim! Sen elimden tutmazsan, Yürüyemez düşerim.
Düşman mühlik, yol muzlim; İnsan gafil ve mücrim, Şeytan kurmuş tuzağı, Destgirim ol, tut elim.

Âlemlere rahmetsin, Sen menbe-i şefkatsin Derâğûş et sen bizi, Sen şefîu'l-ümmetsin. (16) Bu beyitler Abdülkadir Geylanî Hazretlerinindir. Mânâsı: "Benim için beş zât vardır. Ben, onlarla yakıcı ateşi söndürürüm: (Muhammed) Mustafa, (Aliyyül) Murtazâ, iki oğulları (Hasan ve Hüseyin) ve Hz. Fâtıma."

Fâtıma Betül kızın, Sen güneş, o yıldızın; Zevcelerin haremin, Kız kardeşi baldızın.
Hasan ile Hüseyin, Gözün nûru sıbteyn'in, Onlara sevgi duymak Emridir bize dinin.
Pederleri Mürtezâ, Nefs için etmez nizâ, İslâm için uğraştı, Takdire etti rıza.
İslâm'ı i'lâ eden, İnsanı irşad eden, Şehr-i ilmin kapısı, Hem cehil imhâ eden.
Abbas Akîl ve Cafer; Oldular halka rehber; Fahr-i âlem silkine, Hep dahildir bu erler.
Ehl-i Beyt ünvanları, Zirvede imanları, Emre âciz medihten, Övüyor Hak onları



(1)Sûre-i Ahzâb, 33.
(2) Tefsir-i İbni Kesîr, c. 3, sh. 483.
(3) Savaik-i Muhrika, sh. 88; Tefsir-i İbni Kesir, c. 3, sh. 486.
(4) Sûre-i Ahzab, 32-34.
(5) Müslim, c. 7, sh. 130.
(6) Teîsir-i İbni Kesir, c. 3, sh. 484.
(7) Bakınız: Hak Dini Kur'ân Dili, c. 5, sh. 3892.
(8) Tefsir-i Ebu's-Suud, c. 4, sh. 211.
(9) Bakınız: Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, c. 2, sh. 714 (54) rakamlı hâşiye.
(10) Hak Dini Kur'ân Dili, c. 5, sh. 4241.
(11) Tefsir-i İbni Kesir, c. 4, sh. 112-113.
(12) Tefsir-i Nahcuvanî, c. 2, sh. 289.
(13) Feyzü'l-Kadir, c. 6, sh. 297.
(14) Feyzü'l-Kadir, c. 5, sh. 517.
(15) Mânâsı: "Ey Allah Resûlü'nün Ehl-i Beyti, sizi sevmek, ona indirilen Kur'ân'da (biz-lere) farz kılınmıştır. Sizin kadr-ü kıymetinizin büyüklüğü bakımından (şu) size ye-ter: Zira size salat okumayan kimsenin namazı(nın) hükmü yoktur."
(16) Bu beyitler Abdülkadir Geylanî Hazretlerinindir. Mânâsı: "Benim için beş zât vardır. Ben, onlarla yakıcı ateşi söndürürüm: (Muhammed) Mustafa, (Aliyyül) Murtazâ, iki oğulları (Hasan ve Hüseyin) ve Hz. Fâtıma."