FETRET DEVRİNİ TESBİTTE VE PEYGAMBERİMİZİN ANNE VE BABASINI TENZİHTE ÖLÇÜ

Fetret, iki peygamber arasında peygambersiz geçen devre manâsınadır. "Fetret" denildiği zaman Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile Hz. İsa arasında geçen altı asra yakın zaman akla gelir. Bu karanlık devre-de yaşayan insanlar üç kısma ayrılmaktadır. Şöyle ki:

a) Cenâb-ı Hakk'ın varlığını bilen ve birliğine inananlar:
Bunları ikiye ayırmak mümkündür. O devredeki insanlar içinde Kuss bin Sâide ve Amr bin Nüfeyl gibi (1) hiçbir şeriata dahil olmadan tefekkür yoluyla Allah Teâlâ'nın varlığına inanan kimseler bulunmakta, Tübbâ ve kavmi gibi bir şeriata bağlananlar görülmekteydi. Bir şahsın "mü'min" sayılması için aranan îman-ı icmâlî bu iki sınıfta da mevcut olduğundan bu kimseler, ehl-i îman sayılmaktadırlar.

b) Vahdâniyet inancını değiştirip şirki kabul eden, uydurma bir ta-kım hükümler ile şeriat vaz'ına kalkışan, bazı işleri helâl bazı davranış-ları da haram olarak tanıtıp yayan kimseler.

Bu sınıfın başında Amr bin Luhay gelmektedir. Bu kimse, Arablar arasında putperestliği vaz edip yayan; Maide suresinin 103. âyetinde zikredilen "Bahire, saîbe, vasîle ve ham" (2) gibi hükümleri uyduran şahıstır.

Amr bin Luhay ve benzeri kimselerin şirk ve küfür ehli olduğunda hiçbir itiraz yoktur ve bunların cehennem azbına uğrayacakları kesindir.

c) Müşrik ve muhavvid olmayan, kendi adına bir şeriat uydurma-yan ömrünün tamamını gaflet içinde geçiren kimseler:

"Fetret ehli" denilince ilk akla gelecek bu sınıftır. İslam ulemâsı bunların azap olunmayacaklarına dair birçok deliller göstermişlerdir. Mevzûa açıklık kazandırmak bakımından onlardan bir kaçını aşağıya alıyoruz:

1- "Biz bir peygamber gönderinceye kadar (hiçbir kimseye ve kavme) azab ediciler değiliz" (3).

2- "Bîr memleketi helak etmek dilediğimiz vakit onun nimet ve refahtan şımarmış elebaşılarına emrederiz de orada (bu emre rağ-men) itaattan çıkarlar. Artık o (memlekete) karşı söz (azab) hak olmuştur. İşte biz onu artık kökünden mahv-ü helak etmişiz-dir"(4).

3- "Kendi elleri (ve ihtiyarları) ile öne sürdükleri (küfür ve zu-lüm) yüzünden onlara herhangi bir musibet geldiği zaman, "Ey Rabbimiz bize bir peygamber göndereydin de biz de âyetlerine it-tiba edeydik, müminlerden olaydık ya" deyecek olmasalardı..."
(5).

4- "Senin Rabbin memleketlerin ana merkez (ler) ine, karşıla-rında âyetlerimizi okuyacak bir peygamber gönderinceye kadar, o memleketleri helak edici değildir ve biz ahalisi zalim olan memle-ketlerden başkasını helâk edici de değiliz" (6).

Bu âyet-i kerimeler müvacehesinde ortaya çıkan dinî hüküm şu-dur: Kendisine bir peygamber daveti ulaşmayan bir kimse azap olunmayacaktır. Yukarıda geçen (a) ve (b) şıklarında açıklanan kimseler hakkında İslam ulemasının görüş birliği vardır. İhtilaf, (c) şıkkında ele alınan iman ve şirke dair bir tavrı görülmeyen, ömürleri fetret devrinde ve gaflet içinde geçen kimseler üzerinde vakî olmuştur.

Bu ciheti izaha çalıştıktan sonra, Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.) in muhterem ebeveyninin durumlarını ele almak isteriz. Hz. Abdullah ile Hz. Âmine necat ehlidirler. Kendilerinin şirke bulaştıkları-na dair en küçük bir delil yoktur. Bilakis, tevhide yönelik bir inancın sa-hibi olduklarını gösteren sözleri vardır. Ne Peygamberimizin muhterem anne ve babası, ne de diğer enbiyanın ebeveynleri asla küfür ehli değillerdir.

Peygamber (s.a.v.)'in dedelerinde ve nenelerinde, yani Hz. Âdem'den başlayarak Abdülmuttalib'e kadar gelen silsile-i nesebinde bile bir tek şirk ehli yoktur. Sûre-i En'âm 74. âyetinde İbrahim aleyhisselâm babası olarak zikredilen "Âzer" e gelince, bu hususta iki te'vil ve izah bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, Âzer'in putlara tapma-ya başlaması Nûr-ı Muhammedi'nin Hz. İbrahim'in annesine intikalin-den sonra olduğuna dair görüştür (7).

İkincisi, Hz. İbrahim'in babası Târah'tır. Âzer, İbrahim aleyhisselâmın amcası olmaktadır (8). Amcaya "baba" demek, bu gün bazı memleketlerde âdet olduğu gibi o devirde de yaygındı. Binâen aleyh onun geçtiği kanallarda asla şirk şâibesi yoktur.

Peygamber (s.a.v.) bir hadis-i. şeriflerinde "Ben, temiz babaların sulbünden tertemiz annelerin rahimlerine intikal ederek (dünyaya) geldim" (9) buyrulmuştur. Müşriklerin necis olduğu âyet-i kerime ile sabittir (10). Taharet ile necaset, iman ile şirk ve dolayısıyla mümin i!e müşrik arasında tam bir tezat vardır. Bu naklî deliller ve mantıkî ka-ziyyeler müvâcehesinde Peygamber (s.a.v.)'in ecdâdından hiçbirinin müşrik olmadığını kabul etmek vacibtir (11).

Resûl-i Ekrem'in annesinin ve babasının îman ehli kimseler oldu-ğunu gayet açık olarak ortaya koyan konuşmaları ve şiirleri vardır. Bu cümleden olmak üzere, Hz, Âmine'nin ömrünün son dakikalarını ya-şarken söylediği şu beyitleri birlikte tedkik ve tahlil edelim:

Bârekellâhü fîke min ğulâmin,
Yebnellezi min havmetil-hamâmi:
Necâ bi avn'il-melikil'minâmi,
Fe vüddiye ğadâted-darbi bissihâmi;
Bi mietin min ibilin sivâmin,
İn Sahha mâ ebsartü fil-menâmi,
Fe ente meb'ûsün ilel enâmi.
Tüb'asü fiI-hilli ve fil-harâmi,
Tüb'asü fit-tahkîki ve'l-İslâmi,
Dîni Ebike'l-berri İbrâhâmi,
Fallâhü enhâke anil-asnâmi,
Enlâ tüvâlihâ maa'l-akvâmi... (12).
Bu beyitlerin mânâsı:

"Ey oklarla kur'a atıldığı sabah dehşetli bir ölüm korkusu çekilirken yüz deve (yemin) fidyesi karşılığında kurtulan (Abdullah) ın oğlu! Bü-yük bir güvercinin müjdesinin mahsulü hayatı olan yavrum! Eğer gör-düğüm rüya tabir ettiğim gibi çıkarsa, sen insanlara ve cinlere, hil ve haram (halkın) a peygamber olarak gönderileceksin. (Büyük) baban İbrahim'in dini olan İslâm'ı tahkik (ve tasdik) için peygamber olacak-sın. Kavimlerle birlikte devam edip gelen putlar (a tapmak) tan Allah seni nehyetti".

Hz.Ârnine, bu beyitleri terennüm ettikten sonra şu sözleri söyleye-rek ruhunu teslim etti: "Her canlı ölür, her yeni eskir, her çok azalır ve yaşlanan herkes yok olur. Şübhesiz ben de öleceğim. Fakat temiz bir oğul dünyaya getirdim. Nâmım ebedî olarak anılacak tır"(13).

Bu ebyat ve yapılan bu konuşma, Hz. Âmine'nin bir müvahhide ol-duğunu açık ve seçik ifadelerle ortaya koymaktadır. Zira o, İbrahim aleyhisselâmın dinini anmakta, oğlunun İslam dinini tebliğ için Allah tarafından peygamber olarak gönderileceğini, kavimlerin arasında de-vam edip gelen putperestlikten nehy olunduğunu açıklamaktadır. Bun-lar, tevhid inancından başka neyi ifade eder? Tevhid, Allah Teâlâ'nın varlığını, onun ulûhiyyetini, şerikinin bulunmadığını ve putlardan uzak durmanın zaruretini itiraftır (14).

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) in babası Hz. Abdullah da îman, edeb ve yüce bir seciyye sahibiydi. Alnında parlayan nûr-i Muhammedî'nin ken-disine kazandırdığı müstesna güzellik sebebiyle, kendisiyle karşılaşan Mekke kızları ona ilân-ı aşk ediyor ve fakat Hz. Abdullah, yüzü ile bir-likte gözünü ve özünü aydınlatan nûrun tesiri ile iyi ve kötü işlerin ma-hiyetlerini ve sonunda doğacak sorumlulukları görüyor ve hissediyor-du.

Onsekiz yaşında bulunduğu sırada Varaka bin Nevfel'in kız karde-şi Kutîle binti Nevfel, Kâbenin yanında Hz. Abdullah'a ilân-ı aşk etmiş ve arzusuna tâbî olur ise kendisine yüz tane deve vereceğini söyle-mişti (15). Vâlid-i peygamberî, asâletine uygun yolu seçmiş, ne serve-tin ne de şehvetin tesirine kendisini kaptırmamış ve bahsi geçen kadı-na, hak ettiği cevabı edeb ve edebiyat çerçevesi içinde vermişti:

Emmel-harâmü fel-memâtü dûneh,
Vel-hillü le ehallü festebînih;
Yahmil-kerimü ırdahû ve dineh,
Fe keyfe bil-emrillezî tebğîneh (16).
Bu beyitlerin nazmen tercümesi:
Haram (olan zinâ suçu),
Ölüm ondan hafif acı;
Halâl (nikah) daha tatlı,
Onu ara, ol kıymetli;
Şerefli korur kendini,
Hem ırzını, hem dinini;
Senin istediğin (kötü) işi,
Nasıl yapar kerim kişi?

Kavurucu Mekke sıcaklarının altında ve delikanlılık çağında bulu-nan Abdullah, Allah korkusu ve ahiret sorumluluğu ile, her ferdin kolay-lıkla gösteremiyeceği bir mertliği ibraz etmiş, yüz deveyi elinin tersi ile reddetmişti. Onun terennüm ettiği bu beyitlerin değeri, sadece edebî yönde kalmamakta; zinanın haram olduğuna dair inancını, meşrû bir nikah akdi ile evlenmenin daha doğru bir hareket olduğunu karşısında-ki kadına telkin etmekte ve zina suçunun ölümden daha acı ve feci bir cürüm olduğunu dile getirmektedir. Bu ifadeler akl-i selim süzgeçinden geçirilecek olur ise Hz. Abdullah'ın kâmil bir îmana sahip olduğundan başka neyi ifade eder?

Resûlüllah (s.a.v.) in anne ve babasının asaleti bu olmakla bera-ber, bazı hadis-i şeriflerden anlaşılan manâyı ihatalı olarak anlayıp izah edemeyen kimseler, tereddüde ve yanlış inançlara sebep olabile-cek beyanlarda bulunarak, Resûlüllah (s.a.v.) 'in peder ve validesinin -hâşâ- "ehl-i nâr" olduklarını kaydetmişlerdir. Biz bu gibi sözleri, İslam âlimlerinin tedkik ve tenkidleri ile tahlile tâbi tutacak ve cevaplandırma-ya çalışacağız. Bu ciheti ortaya koyarken İslam inançlarına ters düşen beyanları tashih etmek ve dinimizin şaşmaz ve şaşırtmaz ölçülerini göz önüne koymak istiyoruz.
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Peygamber (s.a.v.), annesinin kabrini ziyaret etti ve ağladı. (Onun teessürü) yanındakileri de ağlattı. Daha sonra, "Annem için mağfiret dileğinde bulunmak üzere Rab-bimden izin istedim, müsade buyrulmadı. Kabrini ziyaret için izin istedim, buna müsade edildi. Artık siz de kabirleri ziyaret ediniz. Zira kabir ziyareti ölümü hatırlatır" (17).

Bu hadis-i şerife dayanarak, Peygamber (s.a.v.)'in annesinin ve babasının ehli nâr olduğunu söyleyenlere cevap: Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'e annesi için mağfiret dileğinde bulunmaya izin verilmemesi, o muhterem kadının müşrik olmasını gerektirmez. "İstiğfar, günahkâr bir şahsın işlediği suçlarla muaheze olmaması için Cenâb-ı Hakk'a niyaz-da bulunmaktır". Fetret devrinde yaşadığı halde, cahiliyet kirlerine asla bulaşmamış ve oğlunun peygamberlik devresine yetişmemiş bir anne-de ne gibi bir suç ve kusur olabilir ki bunlarla muaheze ihtimali bulun-sun?

Resûlüllah (s.a.v.)'in ağlamasını, annesinin kabirde azap olundu-ğuna hamletmek, sakim bir mantık yoludur, fâhiş bir hatadır. Resûl-i Ekrem gibi ince ruhlu bir insan için ilk akla gelen cihet, kendisini dün-yaya getirip şefkatle büyüten annesinin, oğlunun peygamberlik devre-sine erişememiş olmasının teessürü ile ağlamış olacağıdır. Beyhekî'
nin rivayetinde, Hz. Ömer Fahr-i Kâinat Efendimizden "Ne için bu ka-dar ağladınız?" diye sormasına cevaben, "Onun rikkati bana (kalbi-me) geldi de o sebepten ağladım" buyurmuştur (18).

Müslim'in Enes bin Mâlik'ten olan rivayetinde şöyle açıklanmakta-dır: Peygamber (s.a.v.)'e bir şahıs gelmiş ve "Ey Allah'ın Resûlü! Ba-bam nerededir? Cennette mi, cehennemde mi?" diye sormuş. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) de "Cehennemdedir" şeklinde cevap vermiş. Bu adamın dönüp gittiği sırada kendisini çağırmış ve "Benim babam da senin baban da cehennemdedir" buyurmuş (19).

İmam Süyûtî, bu hadis-i şerif üzerinde enine, boyuna ve derinliğine tedkik ve tenkidlerde bulunarak şöyle demektedir: "Benim babam da senin babanda cehennemdedir" fıkrasında hadis râvilerinin ittifakı bulunmamaktadır. Bu ise bir za'f eseridir. Hadisteki bu ziyadeliği Ham-mad bin Seleme Sâbit'ten, o da Enes bin Mâlik'ten rivayet etmiştir. Bu rivayet tarikını Müslim sahihine almış bulunmaktadır. Aynı hadisi Mâ'mer bin Râşid de Sâbit'ten rivayet etmiş ve Hammâd bin Sele-me'ye muhalefet ederek bu fıkrayı zikretmemiştir.

Bu iki rivayetten Mâ'mer'e ait olanın Hammâd'ın rivayetinden daha kuvvetli ve huccet olmaya daha müsait olduğunu İmam Süyûtî tasrih etmektedir. Hammâd'ın ezberciliği hakkında hadis sahasında söz sahi-bi bulunan ilim adamları , "kîl-ü kal" etmişler ve rivayetlerinin arasında münker hadisler bulunduğunu açıklamışlardır. Hammâd, hadis ezber-lemez, duyduklarını kitabına yazar oradan rivayet ederdi. Üvey kızının bu yazılar arasına desise yapmasından şüphe ederdi. Buhârî, Hammâd'dan hiçbir hadis nakletmemiştir. Müslim'in tahriçleri de şeva-hide dair olup yalnız Sâbit'e inhisar etmektedir.

Mâmer'e gelince, onun ezberleme kabiliyetinin güzel ve zabtının sitâyişe lâyık olduğuna işaret olunmaktadır. Naklettiği hadislerden hiç-biri kudretli ilim adamları tarafından red ve inkâra maruz kalmamıştır. Bu rivayetlerin bir çoğunda Buhârî ve Müslim ittifak etmişlerdir (20). Bahsi geçen hadisin Sâ'd bin Ebî Vakkas yoluyla gelen rivayeti, aynı lafızla nakl olunmakta ve Mâ'mer'in rivayetini teyid eder mâhiyettedir. Bu hususlar dikkate alınınca, Mâmer'in rivayetini Hammâd'ın rivayeti-ne tercih gerekmektedir (21).

Hulâsa etmek gerekirse , Tevbe suresinin 113. âyetindeki "Ne peygamberin ne de mümin olanların müşrikler için istiğfar etme-leri doğru değildir" meâlindeki yasaklama, "Peygamber (s.a.v.)'in ba-ba Ve annesi hakkında nâzil olmuştur" diyenler, bu açıklamalar karşısında dayanak ve kaynak noktasından tamamen mahrum bulunmakta-dırlar. Bu âyet-i celile, Peygamber (s.a.v.)'in ebeveyni hakkında değil, Ebû Talip hakkında nâzil olmuş bulunmaktadır (22).

Ebû Tâlip, babadan yetim ve anneden öksüz kalan Peygamberimizi küçük yaşından itibaren himayesine almış, kendi çocuklarından ayırt etmeden bir sevgi ve ilgi göstermeye başlamıştı. Ondan bahse-derken "oğlum" diyor ve bu ifade ile hitap ediyordu. Şam yolculuğu sı-rasında Rahip Bahîrâ "Bu çocuk senin neyin oluyor?" diye sorduğu za-man da "oğlum" cevabını vermişti. Rahip, "Onun babasının hayatta ol-maması lâzım. Elimizdeki kitap öyle haber veriyor" dediğinde, "Evet, doğrudur. Babası vefat edince yanıma aldım, evladım gibi sever ve il-gilenirim" demişti.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.), kendisine peygamberlik geldiğinde, halkı İslam'a davet ediyor ve elleriyle yonttukları sonra karşısına geçip tap-tıkları putları takbih ediyordu. Bu duruma öfkelenen müşrikler, Ebû Tâlib'e gelerek "Oğluna söyle, bizim ilahlarımıza dil uzatmaktan vaz geçsin" diyorlar ve Fahr-i Kâinat'tan bahsederken "oğlun" diyorlar-dı(23).

Amcaya "baba" demek teâmül haline geldiğinden bazı âyet-i keri-meler de bu üslûp üzerine nâzil olmuş bulunmaktadır. Bir örnek vere-lim: Yakup aleyhisselâm vefat edeceği zaman çocuklarını etrafında toplamış ve onlara "Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?" diye sormuştu. Onlar da: "Senin ilâhına, babaların İbrahim'in, İsmail'in İshâk'ın bir tek ilâh olan Allah'ına ibadet edeceğiz" (24) cevabını vermişlerdi.

Bu âyet-i celilede "baba" olarak zikredilen Hz.İsmail, Yakub aleyhisselâm'ın amucası; Hz. İbrahim de dedesi olmaktadır. Biz, sözle-rimizi sona erdirmek isterken Şerefüddin Münâvî'nin bu husustaki gayret ve hiddetini dile getiren bir hususu arz etmek isteriz: Bir adam, bu âlim-i celile gelerek, "Peygamber (s.a.v.)'in babası cehennemde mi-dir?" diye bir soru yöneltmiş. Bu zad şiddetle bağırarak:"Peygamber (s.a.v.)'in babası fetret zamanında vefat etmiştir. Peygamber gönderil-mezden önceki fetret devrinde ölenler için azap yoktur" demiştir (25).


Allah Resûlü'ne ezâ veren bir söz, inanç ile alâkalı ise imâna zarar verir. Onun nesebine ta'n ifade eden laflar, Cenâb-ı Hakk'ın gadabını tahrik eder, Bu cihetleri dikkate alarak, insanlık âlemine böyle bir evlat hediye eden Abdullah ile Âmine hazeratının saygı ve hürmetle anılma-sını hatırlatır, onların yüzü suyu hürmetine Peygamber (s.a.v.)'den şefaat bekleriz.

________________________
(1) Bir hadis-i şerifte "Kuss'a sövmeyiniz. Zirâ o, müslümandı" buyrulmakîadır (el-Hâvî
lil-Fetâvi, c. 2, sh.380).
(2) Bunlara dair geniş bilgi almak isteyenlere "Elmalı Tefsirinin cilt 2 sh. 1823 deki
izâhatı okumalarını tavsiye ediriz.
(3) Sûre-î İsrâ, 15.
(4) Sûre-i İsrâ, 16.
(5) Sûre-i Kasas 47.
(6) Sûre-i Kasas 59.
(7) Tecrid-i sarih trc. c. 4 , sh. 695.
(8) el-Hâvî lil-Fetâvî, c. 2, sh. 373.
(9) el-Hâvî lil-Fetâvî, c. 2, sh. 267.
(10) Sûre-i Tevbe, 28.
(11) Tecrid-i Sarih trc. c. 4, sh. 695 (12)el-Menhelü'l-azbil-mevrûd, c.9, sh. 96.
(13) el-Hâvî lil-Fetâvî. c.2. sh. 387.
(14) el-Menheîü'l-azbil-mevrûd , c.9, sh. 97.
(15) Tabakât-i İbni Sâd , c. 1, sh. 96.
(16) Siret-i Halebî, c. 1, sh. 39.
(17) Müslim, c. 3, sh. 65; Ebû Dâvûd, c. 3, sh. 218; İbnî Mâce, c. 1,sh. 501.
(18) Tabakât-i İbns Sâ'd, c. 1, sh. 117.
(19) Müslim, c. 1, sh. 133.
(20) el-Hâvî lil-Fetâvî, c. 2, sh. 393.
(21) Tecrid-i Sarih tercemesi, c. 4, sh. 685.
(22) Tefsir-i Kurtubî, c. 8, sh. 272.
(23) el-Hâvî lil-Fetâvî, c. 2 , sh. 395.
(24) Bakınız: Sûre-i Bakara, 133.