SUÂL SORMADA DİKKAT EDİLECEK MANTIK ÖLÇÜSÜ

İnsanlar arasında başlayan konuşmaların münakaşaya dökülmesi, ya mefhumların mantıkî derinliklerine inememekten veya mânâları ihatalı olarak kavrayamamaktan doğar. Ortaya atılan bir mevzû, ihtilafın makul hudutları içinde tahlil ve tenkid olunurken, hilâfiyât sahasına kaydırılmakta ve içinden çıkılmaz mesele haline getirilmektedir.

Mübâheseden maksat, hakkın ortaya çıkması ise, bunun yolu nefsani münakaşaya kapılmak değil; karşısındaki şahsı kırıp gücendirmek hiç değildir. Muhâtabını mahcup etmek için mağlup etmeye çalış-mak, dinimizin münazaraya verdiği cevazın dışında kalan bir durum-dur.
Bir hakkın anlaşılması veya hakikatin ortaya çıkması, soru yöneltmeyi gerektiriyorsa, "İstîzah kabilinden bir soru sormama izin verir misiniz?" diye muhatabımızdan izin istemeli ve daha sonra tekniğine uygun ve mantığa muvâfık tarzda suâl sormalıyız.

İlimden behresi olmayan biri çıkıyor ve karşısındaki şahsa "Türk müsün, müslüman mısın?" diye bir soru tevcih ediyor. Bu suâle maruz kalan şahıs, ilk anda bir bocalama safhası geçirmekte, iki şıktan birini tercih mecburiyetinde olduğunu sanarak, ya "müslümanım" diyerek Türklüğünü ağzına almaktan korkmakta; veya "Türküm" cevabını vere-rek İslamiyetle alâkalı tarafını kapalı geçip kurtuluş yolu aramaktadır.

Bazı kimseler de "Falan kimse âlim miydi, zâlim miydi?" diye bir suâl ortaya atmakta ve muhâtabını tarihî gerçekleri dile getiren cevabından dolayı tenkid etmekte ve münakaşanın ilerlemesine sebep olmaktadır.

Önce şu hususu belirtmek isteriz: Bu suâllerin vaz edilişinde mantık ölçülerine ve ilmî gerçeklere riayetsizlik bulunmaktadır. Şöyle ki: "Müslüman olmak" ile "Türk olmak", birbirini reddeden ve biri diğerinin zıddı bulunan mefhumlar değildir. Bu sebeple her ikisinin bir adamda toplanmasına ne mantıkî kaideler yönünden, ne de dînî esaslar cihetinden engelleyici bir hüküm yoktur. Türk olmak ile müslüman olmak, ne mâniat'ül-cemi ne de mâniat'ülhulüvdür. Her iki hususiyet bir adamda toplanabileceği gibi, bunlardan hiçbiri bulunmayabilir. Yahut bunlardan biri bulunup diğeri ayrılabilir.

Daha açık olarak ifade etmek gerekirse, bir kişi Türk ırkından olmadığı halde müslüman olabilir veya hem müslüman hem de Türk olabilir; bunun aksi de olabilir. Yani, müslüman olmadığı gibi Türk de ol-mayabilir.

Suallerin vaz ediliş tarzı şöyle olmalıdır: "Falan kimse âlim miydi, cahil miydi?" veya "Filanca şahıs zalim miydi, âdil miydi?"; "Sen müslüman mısın, gayri müslim misin?" veya "Türk müsün Yunan mısın?". İlmî haysiyetten uzak bulunan bir sorunun cevabı, haysiyet zedeleyici ve ilim terbiyesinin hudutlarını zorlayıcı tesir yapabilir. "El-câhilü immâ müfritun ve immâ müferritun" (1) meseli, ne kadar yerinde söylenmiş bulunmaktadır. Sözlerimizi Cenâb-ı Ali (kerremallâhü vecheh ve radiyallâhü anh) hazretlerinin bir vecizesi ile noktalamak istiyo-rum: "elilmü nuktatün, kesserehelcâhilûn" (2).

(1) Mânâsı: "Cahil, ya aşırılık veya eksiklik yapar. (Normal bir fikir ortaya atamaz)" de-
mektir.
(2) Mânâsı: "İlim bir noktadır onu cahiller çoğaltır".