HİKMET SAHİBİ OLMADA ÖLÇÜ

Hikmet; kişinin söz ve işte isabetli olması, yaptığı işin ve konuştuğu kelâmın dine uygun ve yerli yerinde olmasıdır. Yalnız sözde isabet hikmet olmadığı gibi yalnız işte isabet de hikmet sayılmaz. Zira bunlar kişinin iradesi dışında cereyan eden bir oluş ve "Denk geliş" de olabilir.

Sözde isabet, hakka; işte isabet, hayra dönük bulunmaktadır. Bu ölçüyü koruyup hikmetin başlangıcında hak ilmi, sonunda hayır işi olacağı hatırdan çıkarılmamalı; hak noktasından hareket ile hayra vâsıl olmaya çalışmalıdır,
Hikmet, ilim ve onunla birleşen iştir. İlimsiz amel tefrit, amelsiz ilim de lâf-ü güzâftır. Bu iki hasleti kendinde toplamayan kimseye "Hikmet sahibi" denilemez. İlim, hikmetin bir parçasıdır. Bu mânâdaki bilgi, tecrübe ile takviye olunursa amelî kıymeti haiz bir ilim haline gelir.

Hikmet, ilim ile iradenin dengeli olarak işe dönüşmesidir. İlim, ame-le; fikir, fiile çevrilmedikçe hikmet sahibi bir kimse olmak mümkün değildir. Bu sebeple "Hikmet, ilim ve sanatın bir arada toplanmasıdır" diye izah edilmektedir.

Hikmet, ilim ve fıkıh demektir. İlimden nasibini almamış bir cahilin, fıkhî anlayıştan uzak bir "Kuru akılcı'nın hikmet sahibi olması imkansızdır.
Hikmet, eşyanın mânâlarını bilip anlamaktır. Eşyanın mânâsı, varlıkların sessiz olarak ilâhî sırları ilan ve Allah'ın birliğini izhar etmesidir. Birçok kimse bu "ses"i işitmek için sessizliği; bu sırları keşfetmek maksadı ile kimsesiz yerleri (uzleti) tercih etmiştir. Hakikatlerin yol göstericisi bulunan Peygamberimiz, "Hikmet on parçadan ibarettir. Dokuzu uzlette, biri sükuttadır" (1) buyurmuştur.

Hikmete talip bulunan bir kimse, halktan uzak bir yerde, derûnî âlemine yönelip dilini damağına, basarını basiret-i kalbiyesine bağlayarak eşyada tefekküre dalarsa onların mânâ ve mahiyetlerini keşfedebilir.

Hikmet, Allah'ın emrinde olan ve olgunlaşan akıldır. Böyle bir akıl, her yerde ilâhî hikmeti müşahade etmeye başlar. Zira Cenâb-ı Hak, bu akla doğruyu sezme, eğriyi anlama, güzeli görme ve çirkini yerme kuvveti verir Bir akil, eşyayı inceledikçe incelemeye başlar. Allah'ın emrindeki akıl, derinliğine bir tetkik gücüne sahip olur. Kâinata bakıp da Sâni-i Hakiki'yi görmeyenler, ezelî ve ebedî körlerdir. Aklını Yaratan'ın emrine vermeyenler, sığ bilgilerinin tutsağıdır. Hz. Ali (r.a.) efendimizin bir beytini manzum olarak dilimize aktaran M. Akif bey şöyle seslenmektedir:

Haberdar olmamışsın kendi zatından da hâlâ sen,
Muhakkar bir vücudum dersin ey insan, fakat bilsen,
Senin mahiyetin hatta meleklerden de ulvidir,
Avâlim sende pünhandır, cihanlar sende matvîdir.


(1) Feyzü'l-Kadir, c. 3, sh. 416.